MAHKEMESİ : POLATLI 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 10/05/2007NUMARASI : 2005/718-2007/231Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden maliki olduğu 310 ve 676 parsel sayılı taşınmazların bilgisi dışında sahte olarak düzenlenen vekaletname ile vekil gösterilen Y... eliyle davalı Musa'ya satış suretiyle geçirildiğini, Musa'nın da taşınmazları dava dışı Z.....onunda davalılar H.....ve K..... devrettiğini ileri sürerek, tapu iptal, tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı M..yanıt vermemiştir.Diğer davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, davalı Tapu Sicil Müdürlüğü yönünden davanın reddine, diğer davalılar yönünden sahtecilik nedeniyle işlemlerin geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalılar H.ve K. vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .....raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal, tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mahkemece kayden davacıya ait 310 ve 676 parsel sayılı taşınmazların sahte vekaletname düzenlenmek suretiyle davalı M.K.’a satış suretiyle geçirildiği belirlenmek ve sahtecilik olgusu benimsenmek suretiyle 676 parsel yönünden davanın kabul edilmiş olması, 310 parselin satışında da bu olgunun benimsenmesi kural olarak doğrudur. Nevarki, 310 parselin son kayıt maliki olan davalılar K.ve H.’in kötüniyetli bulundukları duraksamaya ver vermeyecek biçimde kanıtlanmış değildir. Diğer taraftan, dava açıldıktan sonra ikinci el konumundaki dava dışı Z.in çalıştığı emlak bürosu ile davalılar K. ve H. arasında davanın kaybedilmesi halinde gayrimenkul bedelinin kendilerine iade edileceğine dair teminat senedi verilmiş olması da aslında bu davalıların kötü niyetli olduklarını değil samimi bir alıcı olduklarını göstermektedir.Ayrıca, sahtecilik olgusunun varlığı son el durumunda bulunan ve iyiniyetli oldukları saptanan kişilerin iyiniyetli edindikleri mülkiyet hakkını ortadan kaldıracak bir hukuki sebep olarak kabul edilemeyeceği de tartışmasızdır. Bir başka ifade ile Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacakları açıktır.Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke Medeni Kanunun 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3. kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3. kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olayda; elde edilen bilgiler yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde 310 parsel maliki davalılar K.ve H.’in taşınmazı edinimlerinde kötüniyetli olduklarını söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.Hal böyle olunca 310 sayılı parsel maliki davalılar yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir. Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edenlere geri verilmesine, 28.02.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.