MAHKEMESİ : ANKARA 12. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 08/09/2009NUMARASI : 2002/1003-2009/236Taraflar arasında görülen davada; Davacılar, ortak miras bırakanları A.O.G.’in diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak taşınmazlarının büyük bir bölümünü davalıların mirasbırakanı F.G.’e satış göstermek suretiyle devrettiğini, bu taşınmazların bir kısmını Fazlı’nın sağlığında 3.şahıslara sattığını, bir kısmının da kamulaştırıldığını ileri sürüp 183, 233, 263 ve 351 parsel sayılı taşınmazların tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini, 146 ve 180 sayılı parsellerin ise 3. şahıslara satılmış olduğundan rayiç değerlerinin, 351 sayılı parselin kamulaştırılan kısmının kamulaştırma bedelinin miras payları oranında davalılardan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir. Davalılar, dava konusu taşınmazların miras bırakanları F.’ya satışının gerçek olup bedellerinin ödendiğini bildirerek davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, işlemin danışıklı olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar davacılar vekili tarafından süresinde duruşmalı temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ....’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi duruşma isteği değerden reddedilerek gereği görüşülüp düşünüldü. Dava , muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil ve tazminat isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan A.O. G.’in 351 parsel sayılı taşınmazını 19.08.1967 tarihli 233, 263, 183, 146 ve 180 parsel sayılı taşınmazlarını dava dışı başka parsellerle birlikte 27.10.1967 tarihli akitlerle ve satış yoluyla davalıların murisi F. G.’e temlik ettiği, daha sonra taşınmazların bir kısmının paylarının veya tamamının dava dışı 3. kişilere satıldığı, bir kısmının ise kamulaştırıldığı anlaşılmaktadır. Davacılar, anılan temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi olmaksızın her zaman isteyebilirler.Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Somut olaya gelince; yapılan araştırma ve uygulama sonucu çekişme konusu taşınmazların resmi akitte gösterilen değeri ile o tarihteki gerçek değerleri arasında açık nispetsizlik bulunduğu, murisin varlıklı bir insan olup mal satma ihtiyacının olmadığı, mirasbırakanın malvarlığının büyük çoğunluğunu oluşturan 10 parça taşınmazını aynı anda temlik etmesinin makul ve zorunlu bir sebebinin bulunduğunun tesbit edilemediği,ayrıca terekesinden para çıkmadığı öte yandan satıldığı halde ölene kadar taşınmazları kendisinin tasarruf ettiği dosya kapsamıyla sabittir. Belirlenen bu olgular, yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde dava konusu taşınmazların mirasbırakan tarafından davalıya temlikinin bedelsiz, muvazaalı ve mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olduğu sonucuna varılmaktadır. Hal böyle olunca, tazminat istekleri de gözetilip, değerlendirilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçelerle yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 3.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.