MAHKEMESİ: ARSİN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 21/09/2006NUMARASI: 2005/332-87Taraflar arasında görülen davada;Davacı Hazine, davalıya ait dava konusu . parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi dahilinde kaldığını ileri sürerek tapu iptali isteğinde bulunmuştur.Davalı, taşınmazın kıyı ile bir ilgisinin bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, yapılan bilirkişi incelemesi sonucu taşınmazın kıyı kenar çizgisi kapsamında kaldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile tapunun iptali ile tescil dışı bırakılmasına karar verilmiştir.Karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ..raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü. -KARAR-Dava, kıyı kenar çizgisi içinde kalan taşınmazın tapu kaydının iptali ile sicil kaydının terkini isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriğine ve toplanan delillere ve özellikle, çekişme konusu taşınmazın 28.11.1997 Tarih 5/3 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince keşfen belirlenen kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ayrıca denizden doldurulmak suretiyle elde edildiği ve buna göre sicil kaydının oluşturulduğu dosya kapsamı ile sabittir. Hemen belirtmek gerekir ki, çeşitli zamanlarda, muhtelif yasalarla denizden doldurulan yerlerle ilgili bazı düzenlemeler getirildiği bilinmektedir. Bunlardan ilki yürürlük tarihi 1 Eylül 1930 olan 1580 Sayılı Belediye Kanununun 159. maddesi hükmüdür. Buna göre; belediye marifetiyle deniz, nehir ve gölden doldurulmuş olan yerlerin tasarruf, idare ve nezareti Belediyelere bırakılmış ancak mülkiyetinin devri yönünden belediyeye bir hak tanınmamıştır. Sonradan yürürlüğe giren ve 1580 Sayılı Yasayı ortadan kaldıran 28.12.2004 günlü 5272 Sayılı Belediye Yasasının 79. maddesi de yine taşınmazın mülkiyeti açısından belediyelere bir hak tanımadığı gibi, Belediye yetkilerinde kısıtlamalara gidilerek bu gibi yerlerin yalnız tasarrufunun, dolgu yapan belediyeye bırakılacağı yönünde benzer hükme yer vermiştir. Öyleyse, belediyelerin bu düzenlemeler gereğince dolgu olgusundan kaynaklanan mülkiyete ilişkin bir hak edinmesi olanağının bulunduğu söylenemez. Kaldı ki; 17.4.1990 Tarihinde yürürlüğe konulan 3621 Sayılı Kıyı Kanununun 7. maddesinde de benzer bir düzenlemeye yer verilmiş; bazı usul ve esaslar dairesinde denizden dolgu yapılabileceği hüküm altına alınmış, ne varki dolgu yapan adına yine mülkiyet yönünden bir hak öngörülmemiştir. Esasen, 1961 Tarihli Anayasanın 130 ve halen yürürlükteki 7.11.1982 Tarihli Anayasanın 43. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, kamu yararına tahsis edilmiştir. Medeni Kanunun 641 (yeni 715 md.) maddesinde açıkça kıyılardan söz edilmemekle beraber, kıyıların bu madde kapsamında olduğu gerek öğretide, gerekse uygulamada benimsenmiştir. Anayasa ve söz konusu madde hükmünde, kamu yararına tahsis edilen bu gibi yerlerin işletilmesi ve kullanılmasının özel kanunla düzenleneceği, hüküm altına alınmış ancak; taşınmazın mülkiyetinin devriyle ilgili olarak dolgu yapanlara bir hak tanınmamıştır. Aynı düzenleme 3621 Sayılı Kıyı Kanununun 7. maddesinde de “... Doldurma ve kurutma işlemleri yürürlükteki mevzuat hükümlerine göre yapılır. Bu araziler, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır, özel mülkiyet konusu yapılamaz” şeklinde yer almıştır. Bütün bu açıklamalara karşın, 29.12.1934 Tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren ve halen yürürlükte bulunan 2644 Sayılı Tapu Kanununun 8, 9 madde hükümleri denizden izinli veya izinsiz doldurulan yerlerin bazı usül ve esaslar dairesinde mülkiyetinin doldurana devredilmesine, sicil kaydı oluşturulmak suretiyle özel mülkiyete konu edilmesine imkan tanımış ve bu uygulama 1956 Tarihinde yürürlüğe giren 6785 Sayılı İmar Yasasında bazı değişikler yapılmasını içeren 1605 Sayılı Yasanın yürürlük tarihi olan 20.7.1972 tarihine kadar devam etmiştir. Nevar ki; 1605 Sayılı Kanunun ek 7. maddesinin son fıkrası ile dolgu ile mülk edinme yolu tümden kapatılmış ve kıyıların özel yasalardan kaynaklanan tasarrufuna dair istisnai hükümleri dışında özel mülkiyete konu edilemeyeceği kabul edilmiş ancak; bu kanunun yürürlüğe girme tarihi olan 20.7.1972 Tarihine kadar kazanılmış haklar saklı tutulmuştur. Böylelikle, kıyılarla ilgili diğer yasalarda yer alan hükümlerle paralellik sağlanmış, bir bakıma 2644 Sayılı Tapu Kanunundaki dolgu neticesi kıyıların özel mülkiyete konu edileceğine dair istisnai nitelikte 8 ve 9 maddelerinde yer alan hükümler zımnen işlevini yitirmiş ve adeta önemini kaybetmiştir. O halde, bütün bu ilkeler ve açıklamalar karşısında yapılan dolgu işleminin, 1605 Sayılı Yasanın yürürlük tarihi olan 20.07.1972 tarihinden önce mi yoksa sonra mı yapıldığının; 2644 Sayılı Yasanın 8 ve 9 maddelerinde öngörülen usul ve esaslar dairesinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin; tereddüte yer bırakmayacak şekilde tespiti, çekişmenin giderilmesi ve kazanılmış hak kuralının gözetilmesi açısından zorunludur. Bilindiği üzere “kazanılmış hak” kamu düzeniyle ilgili olup, mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gereken bir usul kuralıdır. Davalı tespite esas alınan tapu kaydının geldisini ibraz ederek çekişmeli taşınmazın denizden doldurulmak suretiyle elde edildiğini 2644 sayılı yasanın 8. ve 9. maddelerindeki koşulların gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Oysa, mahkemece değinilen ilkeler çerçevesinde hükme elverişli nitelikte bir araştırma ve inceleme yapıldığı söylenemez.Hal böyle olunca; öncelikle dolgu işleminin hangi tarihte gerçekleştirildiğinin keşfen belirlenmesi, yapılan işlemin 2644 Sayılı Yasanın 8. ve 9. maddesi hükümlerinin öngördüğü usul ve esaslara uygunluğunun saptanması, davalı yönünden kazanılmış hak olgusunun değerlendirilmesi, ondan sonra hasıl olacak neticeye göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davalı vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 1.3.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.