MAHKEMESİ : BAKIRKÖY 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 19/12/2013NUMARASI : 2003/372-2013/726Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı M. O. S. ve davalı A.. Ç.. vekilleri tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 09.12.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı M. O. S. vekili Avukat .... ile temyiz edilen davacılardan N. Ç.A.l ve vekili Avukat ... davalı birleşen davacı H.C. Ç.ı vekili Avukat .geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden davalı A.. Ç.. vekili Avukat, temyiz edilen davacılar Z.. V.. vd.vekili Avukat, davalı M.. Ç.. vekili Avukat, Tereke Temsilcisi Avukat.. .. gelmediler yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ...tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Asıl ve birleşen dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması ve muvazaa hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.Davacılar, davalı kardeşleri M. Ç. dava konusu 105 ada 19 parsel sayılı, üzerinde altı katlı işhanı bulunan, fakat tapuda arsa olarak gözüken taşınmazı mirasbırakanları B. Ç.'dan aldığı vekâletnameyi kullanarak kendilerinden mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak, 84 yaşındaki mirasbırakanın bilgisi ve rızası olmadan diğer davalı M. O.'a gerçek değerinin çok altında bir bedelle sattığını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.Davalı M. O. S., diğer davalı ile hiç bir yakınlığı olmadığını, dava konusu taşınmazı emlakçı vasıtasıyla ve bedelini ödeyerek satın alan iyiniyetli üçüncü kişi olduğunu, davalı M. M. Ç., davacıların ve mirasbırakan B.'nın bilgisi ve rızası ile taşınmazı vekâleten ve gerçek bir işlem ile sattığını bildirip davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı ve bedelde muvazaa yapıldığı gerekçeleriyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, çekişme konusu 105 ada 19 parsel sayılı 348.43m2'lik arsa vasıflı taşınmazın tamamının davacıların ve davalı Mücteba'nın mirasbırakanı B. Ç. adına kayıtlı iken mirasbırakanın Beyoğlu 28.Noterliğinden verdiği 12.6.1996 tarihli, 14782 yevmiye sayılı vekâletnamedeki yetkisine dayanarak davalı vekil Mücteba tarafından 15.3.2002 tarihinde 300.000.000.000 TL bedelle diğer davalı M. O. S.'ya satıldığı, daha sonra Bedia'nın 16.4.2003 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanunu'nun(BK) 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir (TBK'nin 504/1.maddesi). Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'n (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davacıların ve davalı Mücteba'nın mirasbırakanı Bedia'nın 12.6.1996 tarihli vekâletname ile davalı Mücteba dışında davacı kızı F. Z.. V.. ve dava dışı Avukat ... birlikte veya ayrı ayrı vekâleten taşınmazlarını satış için genel yetki verdiği, tanık beyanlarına göre mirasbırakanın davalı Mücteba'nın yaptığı tasarruftan haberdar olduğu ve ölene kadar vekâlet görevinin kötüye kullanıldığından bahisle dava açmadığı, ayrıca davalı M. O. S.'nın taşınmazın bedeli olarak 980.000 USD'yi 14.3.2002 keşide tarihli çekle diğer davalı vekile ödediği, taşınmazın akit tarihindeki değerine yakın olan bu bedelin 15.3.2002 tarihinde vekilin hesabına alacak kaydedildiği, davalıların vekil edeni zararlandırma kastı ile el ve işbirliği içinde hareket ettiklerini gösteren bir delilin dosya içinde bulunmadığı, TMK'nın 6.maddesi uyarınca herkes iddiasını ispatla mükellef olup davacıların iddialarını ispatlayacak (vekâletnamenin murisin iradesi dışında kullanıldığına dair) delil ibraz etmediği hususları yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; temlikin iradi olduğu, vekâlet görevinin kötüye kullanılmadığı sonucuna varılmaktadır. Öte yandan, davacı tarafça mirasbırakan Hacer Bedia Çağıl'ın taşınmazın satıldığından haberi olmadığı kabul edildiğine, mirasçılardan mal kaçırmak için asaleten veya vekâleten taşınmaz temlik ettiği iddia ve ispat edilmediğine göre; olayda muris muvazaası olgusunun da bulunmadığı tartışmasızdır.Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davalı M. O. S. vekili için 1.100.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, 09.12.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.