Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1823 - Karar Yıl 2008 / Esas No : 12751 - Esas Yıl 2007





MAHKEMESİ : MERSİN 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 17/05/2007NUMARASI : 2005/248-2007/256Davacılar,miras bırakanları babaları M...K.....hastalığından yararlanan davalı A.....kandırarak satış yetkisini de içerir 4.3.2005 tarihli vekaletname aldığını,vekaletname alınırken ehliyetli olduğuna dair rapor dahi alınmadığını,miras bırakanlarına ait çekişme konusu 1 parsel sayılı taşınmazdaki payının,anılan vekaletname kullanılmak suretiyle muvazaalı olarak kardeşi olan diğer davalıya satış yoluyla temlik edildiğini,hatta davalı A....kendi payını da kardeşi olan davalıya devrettiğini ileri sürerek,payları oranında tapu iptal ve tescil istemişlerdir.Davalı A......davacıların miras bırakanları ile beraber yaşadığını,cezaevinde olması nedeniyle borçlandıkları için taşınmazın satıldığını bildirmiş,diğer davalı da davanın reddini savunmuştur.Mahkemece,kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.Karar,davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla;Tetkik Hakimi .raporu okundu,düşüncesi alındı.Dosya incelendi ,gereği görüşülüp düşünüldü: -KARAR-Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece,davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakan M......ait çekişmeli 1 parsel sayılı taşınmazın 1 nolu bağımsız bölümündeki payını,7.3.2005 tarihli akit ile miras bırakan tarafından vekil kılınan davalı A.....,diğer davalı P.......satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır. Davacılar,çekişmeli taşınmazın temlikinin miras bırakanlarının yoğun bakırnda bulunduğu sırada vekil aracılığı ile gerçekleştirildiğini bildirmişlerdir.Ne var ki,mahkemece bu iddia üzerinde durulmamıştır.Oysa,bu iddia üzerinde durularak,miras bırakanın o dönemde yoğun bakırnda bulunup bulunmadığının,hastane kayıtları getirtilrnek ve tanık dinlenmek suretiyle açıklığa kavuşturulması zorunludur. Bilindiği üzere;davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Somut olaya gelince,mahkemece yukarıdaki ilkeler gözetilrnek suretiyle araştırma yapıldığı,vekaletin verildiği tarih ve temlik tarihi itibariyle,miras bırakanın ehliyetli olup olmadığının belirlendiği söylenemez. Hal böyle olunca,yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken,eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru olmadığı gibi; kabule göre de, 29.11.2005 günlü celsede davacı vekiline tanık ücreti ve posta masrafını yatırmak üzere kesin mehil verilmesine ve arka arkaya iki celse mazeretinin kabul edilmesine rağmen,sonraki celse tanığını hazır ettiği halde dinlenmemiş olması da doğru değildir. Davacıların temyiz itirazları yerindedir,kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK 'nun 428.md.si gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.2.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.