Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1815 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 13744 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : KINIK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 26/06/2012NUMARASI : 2012/11-2012/110Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil;olmadığı takdirde tazminat davası sonunda yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil,olmadığı takdirde, tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden;davacı N.'in, dava dışı kardeşleri H.ve F.le birlikte ''intikal-satış'' yetkisini içerir şekilde Kuşadası 3. Noterliği'nce düzenlenen 29.12.2011 tarihli vekaletname ile davalı yeğeni E.'i vekil tayin ettiği, kayden davacının paydaşı bulunduğu çekişme konusu 171 ada 37,41 ve 487 ada 4 sayılı parsellerdeki paylarını, vekilin, 30.12.2011 tarihinde babası ve davacının erkek kardeşi olan davalı N.'e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davalıların, davalı N.'in miras bırakanlarından kalan dava dışı 171 ada 39,40,42,43 sayılı parsellerin 3. kişilere satışı neticesi elde edilen satış bedellerinin davacı N. ile dava dışı kardeşleri arasında paylaşıldığını,davalı N.'in satış parasından pay almadığını, çekişme konusu taşınmazların da; anılan satışlardan , davalı N.'in almadığı satış bedeline karşılık ve sağlığında annesine bakması sebebiyle davacı ve dava dışı kardeşlerinin anlaşması sonucu davalı vekil E.'e verilen talimat doğrultusunda diğer davalı N.'e temlik edildiğini savunma yoluyla ileri sürdükleri görülmektedir.Bilindiği üzere; Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya belirtilen ilkeler ışığında bakıldığında ve davalı tarafça dayanılan savunma gözetildiğinde; hükme yeterli bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca; davalıların savunması üzerinde durulması, bu konuda yanlara delil bildirme imkanı tanınması, yerinde keşif yapılarak taşınmazların temlik tarihindeki gerçek değerlerinin saptanması, taraf tanıklarının dinlenilmesi, toplanan ve toplanacak delillerin yukarda değinilen ilkeler uyarınca birlikte değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.Davalıların,temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.02.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.