Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davalı Zahide yönünden husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine, davalı Mustafa yönünden ise davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hâkimi A.. Ç..'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.Davacı, maliki olduğu 1114 parsel sayılı taşınmazın bir kısmının devri için kızı olan davalı Zahide'ye vekaletname verdiğini, ancak davalı Zahide'nin, iradesine aykırı olarak taşınmazın tamamını davalı Mustafa'ya satış suretiyle temlik ettiğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.Davalılar, satışın usule uygun olduğunu belirterek davanın reddini ileri sürmüşlerdir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 1114 parsel sayılı 5.120,00 m²'lik tarla vasıflı taşınmazın ¾ payı davacı O.. K.. adına, ¼ payı ise dava dışı M.. S.. adına kayıtlı iken davacının 31.10.2007 tarihli ve 11761 yevmiye nolu, dava dışı M.. S..'nın 31.10.2007 tarihli ve 11748 yevmiye nolu vekaletnameler ile davalı Zahide'yi taşınmazın satışı için vekil atadıkları, davalı Zahide'nin bu vekaletnamelere istinaden 20.11.2007 tarihinde taşınmazın tamamını eşi olan davalı Mustafa'ya satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2. maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Somut olaya gelince; davacı tarafından davalıya verilen vekaletnamenin içeriğinden anlaşıldığı üzere davacının taşınmazdaki hissesinin tamamını dilediği kişiye satma konusunda davalı Zahide'yi yetkilendirdiği, dava dışı M.. S..'nın da aynı tarihli farklı bir vekaletname ile taşınmazdaki hissesinin tamamını satma konusunda davalı Zahide'yi yetkilendirdiği anlaşılmaktadır. Davacının, iradesinin taşınmazın tamamının değil yalnızca 1000,00 m²'lik kısmını davalı Zahide'ye vermek yönünde olduğunu iddia etmesine ve davalı tanıklarının da benzer nitelikteki beyanlarına karşın, davacının taşınmazın ¼ hissesinin satışı hususunda vekaletname vermesi gerekirken hangi sebeple taşınmazdaki hissesinin tamamının satışı konusunda vekaletname verdiğinin açıklanamaması, bundan öte taşınmazda ¼ oranında payı bulunan dava dışı M.. S..'nın da taşınmazdaki hissesinin tamamının satışı için davalı Zahide'yi vekil tayin ettiği hususları ile diğer tanık ifadeleri yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde davalı Zahide'nin vekalet görevini kötüye kullandığı ispatlanamamıştır. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davalıların temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,10.2.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.