MAHKEMESİ : İZMİR 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 25/03/2013NUMARASI : 2009/341-2013/128Yanlar arasında görülen tapu iptali tescil ve tenkis davası sonunda, yerel mahkemece, tapu iptali ve tescil isteğinin kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılardan A.. A.. tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü. Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal sebeplerine dayalı tapu iptali tescil olmazsa tenkis isteklerine ilişkindir.Davacı, miras bırakan H.A..ın 2005 yılında trafik kazası geçirdiğinden hafızasının gelip gittiğini, bilinç kaybı yaşadığını, aldatılma ihtimalinin bulunduğunu, bu dönemde kayden malik olduğu 572 ve 1332 parsellerin tamamı ile 574 parseldeki 40/152 payını 28.08.2008 tarihinde kızı A.'ya satış yoluyla temlik ettiğini, A.'nında 10.06.2009 tarihinde akrabası ve köylüsü olan R.. C..'a satış yaptığını, miras bırakanın 6007 ada 3 parsel sayılı taşınmazdaki 2 nolu bağımsız bölümü 23.07.2008 tarihinde kızı Ayla'nın erkek arkadaşı olan M.. Ö..'e satış yoluyla temlik ettiğini, Mehmet'in de 12.08.2008 tarihinde davalı Ayla'ya sattığını, yapılan temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı, muvazaalı olduğunu ileri sürerek, iptal ve miras payı oranında adına tescil, aksi takdirde tenkis isteklerinde bulunmuştur.Mahkemece; davalılardan R.. C..'ın tarafların tanıdığı olduğu, taraflar arasındaki ilişkiyi bilebilecek durumda bulunduğu, miras bırakanın kayden malik olduğu 572, 574 ve 1332 parsel sayılı taşınmazları kızı A.. A..'a devretmesinden kısa bir süre sonra Rahmi'nin anılan taşınmazları gerçek değerlerinin altında bir bedelle satın aldığı, H. A.'ın 29/08/2008 tarihinde Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nde yapılan muayenesinde “Akut ve Geçici Psikotik Bozukluklar- Akut Baskın Delüzyonal Psikotik Bozukluklar” tanısı konulduğu yine aynı hastanenin 16/07/2008 tarihli ayakta muayene raporunda “organik olmayan psikoz tanımlanmamış” şeklinde tanı konduğu anlaşıldığından bu durumun yapılan tüm satış işlemlerinde muvazaa iddiasını destekler nitelikte olduğu, dinlenen tanık beyanlarıyla da murisin akit tarihlerinde genel durumunun kötü olduğu belirlendiğinden tüm temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı danışıklı yapıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan tüm delillerden; miras bırakanın 20.12.2008 tarihinde eşsiz olarak öldüğü, geride birinci evliliğinden olma çocukları davalı Ayla ve dava dışı A.. A.. ile ikinci evliliğinden olma dava dışı kendisinden önce ölen oğlu Ertuğrul'dan olma torunları ve kızı olan davacı H.. V..'ın kaldıkları, miras bırakanın kayden malik olduğu İzmir ili, Buca ilçesi, Kocatepe Mahallesinde bulunan 6007 ada 3 parseldeki zemin kat 2 nolu mesken cinsli bağımsız bölümü 23/07/2008 tarihinde davalı A.. A..'ın erkek arkadaşı olan diğer davalı M.. Ö..'e satış yoluyla temlik ettiği, M.. Ö..'inde 12/08/2008 tarihinde davalı A.. A..'a satış yaptığı, miras bırakanın 28.08.2008 tarihinde Aydın ili Ç ilçesi Saraçlar Köyünde bulunan 572 ve 1332 parsel sayılı taşınmazların tamamını, 01.09.2008 tarihinde ise Saraçlar Köyü 574 parseldeki 40/152 payını davalı A.. A..'a satış yoluyla temlik ettiği, A.. A..'ında 572 ve 1332 parsellerin tamamını, 574 parseldeki 40/152 payı 10.06.2009 tarihinde R.. C..'a sattığı anlaşılmaktadır.Davacı, dava dilekçesinde davanın dayanağını oluşturan tüm olayları (vakıaları) bildirmekle yükümlüdür. (6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 119/1-e) Aynı Kanunun 25, 26 ve 31. maddelerinin buyurucu nitelikteki hükümlerinde belirtildiği üzere Hakim Medeni Kanunda açıklanan ayrıcalıklar dışında, davanın sınırlarını çizen bu olaylarla bağlı olup, bunlar dışına çıkamaz ve inceleme yapıp karar veremez. Ancak, davada ileri sürülen olaylar belirsiz (müphem) veya çelişkili ise, belirsiz veya çelişkili gördüğü iddia veya sebepler (vakıalar) hakkında açıklama isteyebilir.Hemen belirtmek gerekir ki, hakim yukarıda değinildiği gibi davacının bildirdiği maddi olaylar ve son istekle bağlı ise de, HMK'nin 33.maddesi uyarınca ileri sürülen maddi olaylarda hangi hukuki sebebe göre karar vereceğini tayin ve takdir etmek durumundadır. Başka bir anlatımla, maddi olgu ve olayları (vakıaları) bildirmek yanlara, bildirilen bu olay ve olgulara göre hukuki nitelendirmeyi yapmak, uyuşmazlığı çözüme ulaştıracak kanun hükmünü bulup uygulamak hakime aittir. Öyle ki, hukuki sebep yanlış gösterilmiş veya hiç gösterilmemiş olsa dahi hakim tarafından en uygun hukuki sebebin bulunması ve ona göre karar verilmesi gerekir.Öte yandan, bir davada dayanılan maddi olaylar için birkaç hukuki sebebin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir. Nitekim Yargıtay içtihatları bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Eldeki davada, iddianın ileri sürülüş biçimi, dava dilekçesinin içeriği ve dosyada mevcut deliller birlikte değerlendirildiğinde, davacının ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayandığı sonucuna varılmaktadır.Dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde ise, kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, TMK'nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK'nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.Ne varki, mahkemece değinilen ilkeler göz ardı edildiği gibi, miras bırakanın temliklerin yapıldığı tarihlerde ehliyetli olup olmadığının 2659 sayılı Yasanın 7/6 ve 16/d maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Kurulundan alınacak rapor ile saptanması gerekirken, bu hususta hiç araştırma yapılmaması da doğru değildir.O halde, taraflar arasındaki çekişmenin sıhhatli bir çözüme kavuşturulabilmesi bakımından hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu göz önüne alınarak önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, akit tarihlerinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetsiz olduğunun anlaşılması halinde, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı olarak açılacak iptal ve tescil davalarının tereke adına açılması Türk Medeni Kanunun 701 ve devamı maddeleri gereği olduğu ve paya ilişkin isteğe dayalı davanın dinlenme olanağı bulunmadığının gözetilmesi, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde, davada dayanılan diğer hukuki neden olan muvazaa iddiaları yönünden araştırma yapılması gerekeceği tartışmasızdır.Davalı 01.12.2009 tarihli cevap dilekçesinde; miras bırakanın sağlığında davacıya ve dava dışı tüm kardeşlerine para veya taşınmaz verdiğini iddia etmiştir. Davalı tanığı A.. A.. ile miras bırakan tarafından Ayla ve A.. A.. aleyhine açılıp redle sonuçlanan İzmir 2.Aile Mahkemesinin 2003/460-2004/403 sayılı nafaka dosyasında dinlenen miras bırakanın kız kardeşi ve tanığı olan Z. C. davalının savunmasını doğrular yönde beyanda bulunmuşlardır. Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (nitelikli-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 s. Türk Medeni Kanununun 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanununun 237 (818 s. Borçlar Kanunun 213) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki kişisel ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur. Hal böyle olunca, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve haklar araştırılmalı, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgeler mercilerinden getirtilmeli her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınmalı böylece yukarıda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır. Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davalı A.. A..'ın bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile yerel mahkeme kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.