Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 170 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 15493 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : GAZİPAŞA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 24/01/2012NUMARASI : 2010/359-2012/22Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 15.01.2013 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat D. B..geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili Avukat gelmedi,yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .. tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve miras payı oranında tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; tarafların ortak miras bırakanı V. O..’un dava konusu 11 parsel sayılı taşınmazını 10.04.2006 tarihinde ve satış suretiyle davalı oğluna temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacı; anılan temliki işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Somut olaya gelince; “davalının devamlılık arzedecek şekilde miras bırakana toplam 173500USD (dolar) gönderdiği ve bu paralarla tarafların ortak miras bırakanının ekonomik sıkıntılarının giderildiği; murisin de aldığı paraların karşılığını davalıya ödeyemeyeceğini anlayınca, dava konusu taşınmazı borçlarına karşılık davalıya devrettiği, murisin kastının bağış olmayıp, davalıdan aldığı paraların karşılığını ödemek olduğu ve yapılan bu satış işleminden davacının da haberinin bulunduğu,” davanın kabul edilmesinde menfaati bulunan tarafların kardeşi R. O.. tarafından duraksamaya yer bırakmayacak biçimde bildirilmiş ve yapılan temlikin muvazaa ile illetli olmadığı ifade edilmiştir.Her ne kadar, gönderilen paralara ilişkin dekontların satış bedeline ilişkin bulunmadığı varsayımından hareketle neticeye gidilmiş ise de, davalı gerek satıştan önce ve gerekse satıştan sonra gönderilen paraların taşınmaz satışına ilişkin olduğunu savunmuş ve bunun da aksi kanıtlanmış değildir.Öte yandan, davalının çekişmeli taşınmazı ediniminden itibaren sera yapmak suretiyle tasarrufuna aldığı da dosya kapsamıyla sabittir.O halde; anılan bu olgular, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, çekişmeli taşınmazın temlikinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı, farklı bir ifadeyle gerçek iradeyi yansıttığı sonucuna varılmalıdır.Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması isabetsizdir.Kabule göre de, yargılama sırasında keşfen belirlenen dava değeri itibariyle noksan harç tamamlanmadığı halde, kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca nispi vekalet ücreti takdir ve tayini gerekirken, yazılı şekilde fazla avukatlık parasına hükmedilmiş olması da doğru değildir. Davalı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 Sayılı HMK.nun geçici 3. maddesi yollamasıyla) 1086 Sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 990.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.01.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.