MAHKEMESİ : GEBZE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 10/06/2008NUMARASI : 2005/207-2008/281Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden maliki bulunduğu 234 ada 1 parsel sayılı taşınmazın kendisinden hile ile alınan vekaletname ile davalı H. tarafından davalı D.’e, onun da 223/295 payı davalı S.’ye satış yoluyla temlik ettiğini, satıştan haberi olmadığını ileri sürüp vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı S., dava konusu taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldığını, iddiaların doğru olmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur. Diğer davalılar, yargılamaya katılmadıkları gibi davaya cevap da vermemişlerdir.Mahkemece, çekişme konusu taşınmazın vekil davalı H.tarafından davalı D.’e, onun da bir kısım payı davalı S.’ye satış yoluyla temlik ettiği, kayıt maliki davalı S.’nin danışıklı işlemin içinde yer aldığının sabit olmadığı, anılan davalının iyi niyetli bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı ve davalı O. tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi ...... raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğine, toplanan delillere göre, çekişme konusu 1 parsel sayılı taşınmazın davalı vekil H.tarafından 11.12.1998 tarihli akitle davalı D.’e, ondan da parselin 223/295 payının 10.05.2005 tarihli akitle davalı S.’ye satış yoluyla temlik edildiği anlaşılmaktadır. Davacı, anılan temliklerin kendisinden eşi tarafından hile ile alınan vekaletname kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Hemen belirtilmelidir ki, her ne kadar davacı vekaletin hile ile alındığını ileri sürmüş ise de, vekaletnamenin noterce düzenlendiği gözetildiğinde anılan iddiaya değer verilemeyeceği açıktır.Öte yandan; vekaletin hile ile alındığı iddiasının aynı zamanda kötüye kullanıldığı iddiasını da içereceği tartışmasızdır.Bilindiği üzere;Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince;çekişme konusu taşınmazların temlik tarihi değerleri ile gerçek değerleri arasında aşırı fark olduğu, yerin davalı D.’e, ondan da davalı S.’ye temlik edilmesine rağmen vekil davalı H.’in ölümüne kadar her hangi bir kira ilişkisi bulunmaksızın taşınmazı kullandığı dosya kapsamı ile sabittir.Diğer taraftan, davalılar H. ve D.’in arkadaş olmaları ve yine son kayıt maliki S.’nin taşınmazı yatırım amacıyla aldığı göz önüne alındığında taşınmazın gerçek değerini bilebilecek konumda olduğu da açıktır.O halde, yukarıda değinilen ilkeler ile belirlenen olguların birlikte değerlendirilmesi yapıldığında, anılan temliklerin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği, son kayıt maliki S.’in de, Türk Medeni Yasasının 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı kuşkusuzdur.Hal böyle olunca; davalı S.payı yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. Davacının ve davalı O.’ın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,18.02.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.