Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 15920 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 11658 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 12. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 01/11/2011NUMARASI: 2008/185-2011/584Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili ile davalı S.E. vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 16.10.2012 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat H. G. geldi, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden davalı S. E.vekili Avukat, temyiz edilen davalı Y.A. vekili Avukat ve davalı İ. K.gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde bedelinin tespiti ile tahsili isteğine ilişkindir. Mahkemece, davacının iddiasını ispat edemediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; kat irtifakı kurulu 13669 parsel sayılı taşınmazdaki çekişmeye konu A Blok 29 nolu meskenin davacıya ait olduğu, Sarıyer Noterliğinin 27.09.2004 tarihli düzenleme şeklinde vekaletnamesi ile vekil tayin ettiği davalı Y.. A..'ın anılan taşınmazı 05.10.2004 tarihinde 22 Milyar TL bedelle davalı İ.. K..'na, İ..'in de 06.09.2005 tarihinde 22 Milyar TL bedelle davalı S.. E..'a sattığı, davacının Y.. A..'ı 05.09.2005 tarihinde vekillikten azlettiği, öte yandan anılan taşınmazın davacının eşi tarafından 05.08.2003 başlangıç tarihli yazılı kira sözleşmesi davalı S..'e kiraya verilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Davacı, 2003 yılında ilik kanseri olduğunu, tüm servetini hastalığı için seferber ettiğini, hastane masrafları sebebi ile 2004 yılında çekişmeye konu taşınmazını satmaya karar verdiğini, bu konuda eşi ile birlikte işlettikleri işyerinin muhasebesine bakan M.Ş.'a talimat verdiğini, bu kişinin de taşınmazı arkadaşı olan davalı Y.'un satabileceğini söylemesi üzerine anılan davalıya satış yetkisinin de bulunduğu vekaletname verdiğini, daha sonra hastalığının ilerlemesi sebebi ile konu ile ilgilenemediğini, sürekli hastanelerde kaldığını, bir yıl sonra da satılamadığı düşüncesi ile vekili görevinden azlettiğini, 2006 yılında da taşınmazı satmak istediğinde de vekil Y.'un taşınmazı iş ortağı ile akrabası olan davalı İ.'e, onun da M. Ş.'ın arkadaşı olan ve onun tavsiyesi ile taşınmazı kiraya verdikleri davalı S..'e değerinin çok altında bedellerle satış gösterilmek suretiyle devrettiğini öğrendiğini, vekalet görevi kötüye kullanılarak taşınmazının bedelsiz olarak elinden alındığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Davalı Y., taşınmazın satış bedelinin davacıya eşinin huzurunda elden teslim edildiğini, davalı Ş.. ise; taşınmazı satın aldıktan sonra kira bedeli ödemediğini, davacının satıştan haberdar olduğunu, İş Bankasındaki vadeli hesabını bozdurup 05.09.2005 tarihinde 90.000.-TL nakit çekerek satış bedelini verdiğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır. Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1. maddesi) Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Diğer taraftan hemen belirtmek gerekir ki; vekaletnamede satış yetkisinin bulunması yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirildiğinde vekilin özen borcunu gözardı etmesinin ve müvekkilini zararlandırmasının nedeni olamaz. Yukarıda belirtilen ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalılar İ. ile Y.'un birlikte iş yaptıkları ve K.İnşaat Otomotiv Kuyumculuk Gıda Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi'nin ortağı oldukları, emlak alım satım işi ile de uğraştıkları, mahallinde yapılan uygulama neticesinde teknik bilirkişilerin 6.9.2005 tarihinde 90.000.-TL değerinde olduğunu bildirdikleri çekişme konusu meskeni davalı vekilin değerinin çok altında 20.000.-TL bedelle yine arkadaşı ve ortağı olan davalı İsmail'e devretmiş olması karşısında, vekil Y.'un vekalet görevini kötüye kullandığı, ilk el durumundaki davalı İ.'le el ve işbirliği içinde davacıyı zararlandırma kastıyla hareket ettikleri sonucuna varılmaktadır.Davalı S..'e yapılan temlike gelince; ikinci el durumundaki kayıt maliki davalı S.'ün iyiniyetli olması halinde ediniminin korunacağı kuşkusuz ise de, çekişme konusu meskende kiracı olarak oturan davalı S.'ün de gerçek değeri 90.000.-TL olan taşınmazı ilk temlikten 11 ay sonra değerinin çok altında 22.000.-TL bedelle satın almış olması, resmi aktin aksini diğer bir söyleyişle gerçek değere yakın bir değerle edindiğini yazılı belge ile ispat edememesi, öte yandan eksiğin tamamlanması yoluyla getirtilen kayıtlardan gerçekten de İş Bankasında bulunan döviz hesabından davalı S.'e 05.09.2005 tarihinde 55.000 USD ödeme yapıldığı anlaşılmış ise de, davalı S.'ün çektiği bu parayı taşınmazın satışı için kullandığını ve çektiği bu döviz ile ödemeyi gerçekleştirdiğini ortaya koyamamış olması, bütün bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalı S.'ün de durumu bilebilecek konumda olduğu, iyiniyetli kabul edilemeyeceği ve Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır.Hal böyle olunca; tapu iptal ve tescil isteği yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Kabule göre de; keşfen belirlenen değer üzerinden yargılama sırasında davacı tarafça harç ikmali yapıldığı halde, bu hususun gözardı edilerek dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden kendisini vekille temsil ettiren davalı S. yararına eksik vekalet ücretine hükmedilmiş olması da isabetsizdir. Davacı vekili ile davalı S.E. vekilinin belirtilen nedenlerle temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraflardan davacı vekili için 990.00.-TL. duruşma avukatlık parasının diğer temyiz edenden alınmasına, 14.11.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.