MAHKEMESİ : TEKİRDAĞ 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 28/05/2012NUMARASI : 2006/289-2012/133Yanlar arasında görülen tapu iptal ve tescil olmazsa tenkis ve tazminat davası sonunda, yerel mahkemece, davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .....raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.Dava,tapu iptal ve tescil olmazsa tenkis, olmazsa tazminat isteklerine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 2909,2910 ve 2924 parsel sayılı taşınmazların miras bırakan F. S.vekili davalı M. tarafından 02.01.2006 tarihinde diğer davalı Nilüfer'e satış suretiyle devredildiği anlaşılmaktadır.Davacılar, çekişme konusu taşınmazların davalı vekil M.tarafından diğer davalı N.e satışının vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğini, murisin kız çocuklarından mal kaçırmak ve onları mirasından mahrum bırakmak gayesinin hiçbir zaman bulunmadığını ileri sürerek, vekalet görevinin kötüye kullanılması sebebiyle her iki davalının el ve işbirliği içerisinde bulunduğundan, sözleşmenin feshi ile tapunun iptali ile payları oranında adlarına tesciline, bu mümkün olmazsa, yapılan işlemin kendilerini miras haklarından mahrum etmek ve mal kaçırmak amacıyla yapıldığından tenkise, olmazsa mahrum kaldıkları miras payları oranında zararlarının karşılığı olan tazminatın davalı vekil M.tan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.Dava dilekçesinin özetlenen içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada, öncelikle muris tarafından davalı M..verilen vekaletname gereğince, vekalet görevinin kötüye kullanılmak suretiyle temlikin sağlandığı iddiasıyla tapu iptal ve tescil bu mümkün olmazsa tenkis talebinde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Davacıların iddiası ve dava dilekçelerinde murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla temlikin yapıldığı ifade edilmediği gibi, tam tersine murisin temliklerinde muris muvazaası olmadığı açıklanmıştır. O halde, davanın vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal olgusu çerçevesinde değerlendirilmesi zorunludur.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Somut olaya gelince; mahkemece yukarıdaki ilkeler çerçevesinde bir değerlendirme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca, taraf delillerinin yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi, vekalet görevinin kötüye kullanılmadığı kanaatine varıldığı takdirde tenkis isteği konusunda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Davalıların bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.12.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.