MAHKEMESİ : AFŞİN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 11/10/2012NUMARASI : 2010/428-2012/492Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.Getirtilen kayıt ve belgelerden, muris M.oğlu A.R.E.'ın, sağlığında:1) 30.07.1993 tarihli resmi akitle 1, 2 ve 61 nolu parsellerinin tamamını kızı A.'ye,2) 04.08.1993 tarihli resmi akitle 537, 1424, 872 nolu parsellerinin tamamı ile 604 nolu parselinin 1/3'ünü oğlu A.R.'ya; 779, 840, 844 nolu parsellerinin tamamını ile 604 nolu parselinin 1/3'ünü oğlu A. A.'a; 480, 492, 1442, 554 nolu parsellerinin tamamı ile 604 ve 1267 nolu parsellerinin 1/3'ünü kızı A.'e,3) 29.07.1994 tarihli resmi akitle 552, 579, 1258, 1259 ve 1440 nolu parsellerinin tamamını kızı Gülşen'e,4) 13.08.1996 tarihli resmi akitle 768, 830 ve 854 nolu parsellerinin tamamını oğlu Hüseyin'e satışlar yoluyla devrettiği; geride 8 parça taşınmazının daha kaldığı; 01.07.1998 tarihinde ölünce, mirasçısı olarak kızları A. A. G. ile oğulları A. R.A. A. ve kendisinden önce 04.11.1993 tarihinde ölen oğlu M.K.'dan olma 5 torununu bıraktığı görülmektedir.Murisin kızı A.kardeşi A. R.aleyhine eldeki davayı açarak tapu iptali-tescil isteğinde bulunmuş; davalı A.R. ise, taşınmazları bedellerini ödeyerek satın aldığını, ayrıca murisin davacı A.ye de taşınmazlar verdiğini savunmuştur. Mahkemece, taşınmazların bedellerinin ödendiği, bedeller arasındaki farkın tek başına muvazaanın kanıtı sayılamıyacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Hemen belirtilmelidir ki, davacı A.'nin aynı hukuksal nedene dayanarak diğer kardeşleri A. G. A.A. ve H. aleyhine de ayrı ayrı davalar açtığı anlaşılmaktadır. Murisin gerçek iradesinin belirlenebilmesi bakımından aralarında bağlantı bulunan bu davaların HUMK'nun 45. (HMK'nun 166.) maddesi uyarınca birleştirilmelerinde hukuki yarar olduğu açıktır.Bunun yanında, davanın esasına yönelik yapılan araştırma ve değerlendirmenin hükme yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada muris gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun 706., Borçlar Kanunu'nun 213. ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Anılan türdeki uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle murisin asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan, bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, murisin sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı hususlarının araştırılmasında ve satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile muris arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan, murisin sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmış olması halinde mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden, olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur. Somut olayda, murisin, dava dışı mirasçıları da dahil olmak üzere tüm mirasçılarına sağlığında mal ya da başka bir hak kazandırıp kazandırmadığı, kazandırmış ise bu kazandırmalarda hak dengesini gözetip gözetmediği yeterince araştırılmamış; davacıya verdiği savunulan bir kısım taşınmazların kayıtları da dosyaya getirtilmemiştir. Hal böyle olunca, öncelikle davacının diğer kardeşleri aleyhine aynı nedenle açtığı davaların eldeki dava ile birleştirilmesi; ondan sonra, muris tarafından sağlığında tüm mirasçılarına kazandırılan taşınır ve taşınmaz mallar ile hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişilerden rapor alınması, gerektiğinde dava dışı mirasçıların da tanık sıfatıyla bilgilerine başvurulması, böylece yukarda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ile yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.02.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.