MAHKEMESİ : KUŞADASI 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 28/12/2012NUMARASI : 2010/338-2012/504Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 29.04.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat Ş.T. ile temyiz edilen vekili Avukat S. B.geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının Gaziantep 10.Noterliğinin 11/06/2009 tarihli 7136 yevmiye numaralı vekâletnamesi ile Aydın İli ve ilçeleri dahilindeki tüm taşınmazlarını satmak ya da kiraya vermek üzere davalı A.. E..'ü vekil olarak tayin ettiği, bu davalının anılan vekâletname ile davacı adına kayıtlı .. parsel sayılı taşınmazdaki .. numaralı bağımsız bölümü 16.06.2009 tarihinde 25.300,00 TL bedelle davacı ile ortak kızları olan öteki davalı S.. E..'e satış suretiyle temlik ettiği, kayıt malikinin hâlen davalı Sibel olduğu ve taşınmazın değerinin satış tarihi itibariyle 80.000,00 TL olarak saptandığı, davacı ile davalı Aysel'in evli iken 05.03.2010 tarihinde açılıp, 18.10.2011 tarihinde kesinleşen boşanma davası sonucunda boşandıkları, somut davanın ise 03.09.2010 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.Davacı, sürekli olarak Kuşadası'nda bulunmadığından alıcı çıkması halinde dava konusu taşınmazı satabilmesi için davalı eşi A.. E..'e vekâletname verdiğini, bir süre sonra şiddetli geçimsizlik sebebi ile ayrı yaşamaya başladıklarını, boşanma davası açtığını, davalı A.. E..'ün ise kendi bilgi ve rızası dışında taşınmazı diğer davalı S.. E..'e gerçek değerinin oldukça altında bir bedelle satış suretiyle temlik ettiğini, vekilin görevini kötüye kullandığı gibi kendisine her hangi bir bedel de ödemediğini, davalıların işbirliği içerisinde hareket ettiklerini ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.Davalı A.. E..; 2008 yılından beri davacı ile ayrı yaşadıklarını, evden ayrılıp Gaziantep'e giden davacının başka bir kadınla yaşamaya başladığını ve boşanmak istediğini, kendisinin ise sosyal güvencesinin bulunmadığını, ayrı yaşadıkları dönemde de borçlandığını, bu nedenle davacının evi kendisine vereceğini söylediğini, vekâletnameyi de bu amaçla verdiğini, ancak vekil olarak kendi adına temlik yapamadığından ortak kızları olan diğer davalıya taşınmazı bedelsiz olarak temlik ettiğini belirterek davanın reddini savunmuş, diğer davalı da davanın reddini istemiştirBilindiği üzere; Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2. maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davacı, evli oldukları dönemde davalı A.. E..'ü 11.06.2009 tarihinde vekil olarak atadığını, vekâletnameyi verdikten sonra davalı eşi ile aralarının açıldığını ve ayrı yaşamaya başladıklarını ileri sürmüş ise de; 10.03.2010 tarihli dilekçesi ile boşanma davası açan davacının ilgili dilekçede davalı eşi ile fiilen dört yıldır ayrı yaşadığını belirttiği, ayrıca eşinin ısrar ve baskıları sonucunda dava konusu taşınmazda dilediği gibi tasarruf edebilmesi için davalıya vekâletname verdiğini belirttiği anlaşılmaktadır. Boşanma davası sırasında davacı tanığı olarak dinlenilen M. S. ile Z.. Ç.. de; davalı Aysel'in boşanmak için dava konusu evin tapusunu istediğini, davacının da notere giderek evin tapusunu bizzat davalıya verdiğini beyan ettikleri görülmektedir. Tüm bunlar dışında, eldeki davada dinlenilen davalı tanıkları da Gaziantep'e giden ve orada başka bir kadınla birlikte yaşayan davacının evin tapusunu üzerine alması için davalı Aysel'e vekâletname verdiğini, onun da kendi adına işlem yapamadığından kızı olan diğer davalıya temlikte bulunduğunu beyan ettikleri anlaşılmaktadır.Tüm bu olgular yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; savunmada açıklandığı gibi davacının boşanmayı temin amacıyla hareket ettiği, temlikin iradî olduğu, vekâlet görevinin kötüye kullanılmadığı ve iddianın kanıtlanamadığı sonucuna varılmaktadır. Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir.Davalılar vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 1.100.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 22.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.