Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1452 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 12180 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : BAKIRKÖY 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 31/05/2013NUMARASI : 2009/375-2013/222Taraflar arasında görülen alacak davası sonunda, yerel mahkemece davanın, usulden reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, 5737 sayılı Yasanın 17. maddesine dayalı olarak taşınmazın mülkiyetinin vakfa geçtiğinin tespiti ile kayyum hesabında bulunan kamulaştırma bedelinin tahsili isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın hasımsız olarak görülmesinin mümkün olmadığı, Hazine’nin davada hasım olarak gösterilmesi gerektiği, bu eksikliğin giderilmesi yoluna da gidilmediği gerekçeleriyle davanın usulden reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı Vakıflar İdaresinin hasımsız olarak açtığı davada; eski .... ada 51 parsel sayılı B... V.. S.. Vakfından olan taşınmazın ¼ paylarla Madildi, Efrosini, Eleni ve İryanidi adlarına kayıtlı iken, ifrazen çeşitli parsellerin oluştuğunu, daha sonra kamulaştırma nedeniyle kamulaştırma bedelinin kayyım hesabına aktarıldığını ileri sürüp mutasarrıfların gaip olması nedeniyle aslı vakıf olan taşınmazın mülkiyetinin vakfına geçtiğinin tespiti ile, kayyım hesabında bulunan kamulaştırma bedelinin işlemiş ve işleyecek faizleri ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle eldeki davayı açtığı, Zeytinburnu Sulh Hukuk Mahkemesinin 1989/46 Esas, 1989/55 sayılı kararı ile adı geçenlere 3561 sayılı Yasa uyarınca İstanbul Defterdarının Kayyım olarak atandığı, ek kararlarla kayyımlık kararının uzatıldığı, Vakıflar İdaresi tarafından Bakırköy Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan 2008/1827 Esas, sayılı dava sonunda 2009/1957 Karar sayısı ile kayyımlık kararının kaldırılmasına karar verildiği ve bu kararın Yargıtay 2. Hukuk Dairesi denetiminden geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; Vakıf Hukukumuzda, İcareteynli ve mukataalı vakıfların kuru mülkiyeti (rekabesi) vakfa, kullanma (tasarruf) hakkı ise mutasarrıfa ait bulunmakta, mutasarrıfın bu hakkı ölmesi üzerine mirasçılarına intikal etmekteydi. Mutasarrıfın mirasçısının bulunmaması halinde ise vakıf mal mahlulen vakfına dönmekteydi. Ne varki, Medeni Kanunun kabulünden sonra aynı taşınmaz üzerinde kuru mülkiyet (rekabe) hakkı ile mirasçılara kalan, nesilden nesile geçen tasarruf hakkı gibi iki hakkın varlığı getirilen yeni mülkiyet kuralları ile bağdaşır görülmemiş, vaki vakıf hukukumuzu yeniden düzenleme, Medeni Kanunun kabul ettiği mülkiyet rejimine uyarlama zorunluluğu doğmuştur. Bu amaçla 2762 sayılı Vakıflar Yasası 5.6.l935 tarihinde kabul edilmiş, 13.6.1935 tarihinde yayınlanmış, 6 ay sonra 13.12.1935 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Söz konusu kanun ile vakıf taşınmazların icareteyn ve mukataya bağlanması yasaklanmış. daha önce kurulmuş bu tür vakıfların tasfiyesi yoluna gidilmiştir. Söz konusu yasanın özellikle 27,29 ve 30 maddelerinde özetle (.. mukataalı toprakların ve icareteynli taşınmazların mülkiyetinin yirmi misli bir taviz karşılığında mutasarrıfına geçirileceği on yıl içerisinde taviz vermek yoluyla icareteyn veya mukataa kayıtları terkin edilmemiş olanların mülkiyetinin ise on yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği ve vakfın hakkının ivaza dönüşeceği ) hükme bağlanmıştır. Görülen luzüm üzerine 13.6.1945 tarih 4755 sayılı Yasa ile bu süre 13.12.1955 tarihine kadar on yıl daha uzatılmıştır. Anılan bu vakıf yasalarının hükümlerine göre taviz bedeli ödendikten veya taviz bedeli ödenmese dahi öngörülen yirmi yıllık süre geçtikten sonra vakıf taşınmazların tam mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş, diğer bir söyleyişle vakıf taşınmaz özel mülk, mutasarrıf malik olmuştur. Mutasarrıf iken malik olan kişilerin mirasçı bırakmadan ölmeleri üzerine taşınmazları M.K'nun 501. (eski 448.Md.) maddesi uyarınca son mirasçı sıfatıyla Hazineye kalmıştır. Ancak, yasa koyucu öncesi vakıf olan taşınmazların vakfına (aslına)dönmesini daha uygun görmüş,bazı ayrıcalıklar dışında, Hazineye intikal yolunu kapatmak istemiştir. İşte bu nedenle 22.9.1983 tarih 2888 sayılı Yasanın 2. maddesiyle 2762 sayılı Yasanın 29. maddesini değiştirip ayrıca ikinci bir fıkra ekliyerek Medeni Kanunun 501.maddesinin Hazinenin mirasçı olacağı yönündeki genel hükmünden ayrılmış "mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda maliklerin bu yasanın yürürlük tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye intikal edipte bu husus tapu kaydına bağlanmış bulunanlar ayrık bırakılarak işlenmemiş olan taşınmazların mahlulen vakfına rücu edeceği" kuralını getirmiştir. Yukarıda belirtilen yasa hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, 2888 sayılı Yasanın yürürlük tarihi 24.9.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların Hazineye geçmesine yasal olanağın kalmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Öte yandan, daha önce Hazine üzerine oluşan tapu kayıtlarının iptal edilememesi içinde; taşınmazın önce mutasarrıfına geçip özel mülk haline gelmesi, mal sahibinin mirasçı bırakmadan ölmesi ve 2888 sayılı Yasanın yürürlüğünden önce tapuda Hazine üzerine yazılması gibi üç koşulun gekçekleşmesi gerekmektedir. Vakıflar Yasasının tasfiye hükümlerinin işlemesinden önce vakıf malın kuru mülkiyetinin mutasarrıfa geçtiğinden, mutasarrıfın tam malik sıfatını kazandığından söz edilemez. Anılan yasanın 29. maddesinde açıklanan koşullar gerçekleşmeden, mirasçı bırakmaksızın ölen kişi malik olamayacağı gibi tasarruf hakkı dahi sona ereceğinden taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçtiği ileri sürülemez. Aynı şekilde mutasarrıfı kaçak ve yitik kişi durumuna düşen taşınmazların mülkiyetinin de metruken vakfına dönmesi asıl olup hiçbir surette Hazineye geçmesine yasal olanak yoktur. Hemen belirtmek gerekir ki; bütün bu yasal düzenlemeleri içeren 2762 sayılı Vakıflar Kanunu 27.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Yasanın 80.maddesi ile ortadan kaldırılmış ve yeni 5737 sayılı Yasanın 17.maddesi ile “ Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk ve mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir.” düzenlemesine yer verilmek suretiyle taşınmazların Hazineye intikal yolunu kapatmış bulunmaktadır. Esasen, anılan bu hükmün kamu düzeniyle ilgili kazanılmış hakları bertaraf etmeyeceği tartışmasız olup, çekişmelerde bu hususun gözardı edilemeyeceği de kuşkusuzdur.Öyle ise, 2762 sayılı Yasanın 2888 sayılı Yasa ile değişik 29/2 maddesi ve 5737 sayılı Yasanın 17. maddesi hükmü karşısında 22.09.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların taviz bedeli ödensin yada ödenmesin Hazine adına tesciline yasal imkan kalmamıştır.Somut olaya gelince, belirlenen olgular, yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve ilkeler ile birlikte değerlendirildiğinde; eldeki davada Hazine’ye husumet yöneltilmesine gerek olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Öte yandan; 3561 Sayılı Yasa hükümlerine dayalı olarak Defterdarın kayyım atanmasına dair kararının da Bakırköy Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/1827 Esas, 2009/1957 sayılı kararı ile kaldırılmış olduğu gözetildiğinde, iddianın içeriği ve davanın niteliği itibariyle hasımsız olarak görülmesine engel bir durum bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hâl böyle olunca, işin esasının incelenmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle usulden red kararı verilmiş olması doğru değildir. Davacı Vakıflar İdaresinin temyiz itirazı açıklanan nedenlerle yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.01.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.