MAHKEMESİ : TÜRKOĞLU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 09/10/2012NUMARASI : 2011/326-2012/313Yanlar arasında görülen tapu iptal davası sonunda yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süresi içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedilip, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü. Dava; tasarrufun iptali istemine ilişkindir.Mahkemece; davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 109 kadastral parseldeki 1/2 payın tarafların ortak mirasbırakanlarından babaları Ö.oğlu, M. D.'e, 1/2 payın ise dava dışı H. oğlu, A. D.'e ait olduğu, paydaş M.D.'in ölümü üzerine 1/2 payın mirasçılarına intikal ettiği, davacılar ile davalı F. K.'nin miras yoluyla intikal eden paylarını, 15/12/1980 tarih ve 703 yevmiyeli akitle anneleri E.D.'e satış yoluyla temlik ettikleri, böylelikle taşınmazda 1/2 oranda paydaş olan E. D.'in payını, 24/12/1985 tarih ve 787 yevmiyeli satış akdi ile kızı olan davalı F. K.'ye devrettiği, anılan taşınmazın 05/12/2007 tarihli imar uygulamasına tabi tutularak 116 ada, 6 parsel ve 117 ada, 2 parsel sayılı taşınmaz ile 137 ada, 1 parselde 176702/1803157 payın, davalı F.K.adına tescil edildiği, 06/09/2011 tarihinde anılan tasarrufların iptali istemi ile açılan davanın anneleri E.D.ve son kayıt maliki F. K.'ye yöneltildiği, muris E.D.'in yargılama sırasında 22/07/2012 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacılar, davalı F. K.ve davaya muvafakat etmeyen Döndü (Demirdöven) Y. ile A. D.'in kaldığı anlaşılmaktadır.Davacı dava dilekçesinde; muris E.D.in hukuki ehliyetinin olmadığı bir dönemde maliki bulunduğu 109 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını kızı olan davalıya satış yoluyla temlik ettiğini, davalının murisin ehliyetsizliğinden yararlanarak taşınmazdaki payın adına tescilini sağladığını, öteyandan kendileri ile mirasbırakan arasındaki temliki işlemin muvazaalı olduğunu, ölünceye kadar teminat olması kastıyla miras paylarını devrettiklerini, gerçek satış yapılmadığını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.Öncelikle şu ifade edilmelidir ki; davada ilk temlik bakımından taraf muvazaası, ikinci temlik bakımından ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayanılmış, mahkemece taraf muvazaası iddiasının yazılı delille kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, ancak ehliyetsizlik hukuksal nedeni üzerinde durulmamıştır.Bu durumda; ehliyetsizlik kamu düzeni ile ilgili olup öncelikle ileri sürülen bu iddianın araştırılması, mirasbırakanın ehliyetli olduğunun anlaşılması durumunda davada dayanılan diğer sebepler yönünden gerekli araştırmanın yapılması gerektiğinde kuşku yoktur. Ne varki; mahkemece ileri sürülen ehliyetsizlik iddiası yönünden yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı olmadığı gibi murisin yargılama sırasında öldüğü, mirasçılardan D. Y.ve A.D.'in davaya muvafakat etmediği dolayısıyla davada terekenin temsil edildiğini de söyleyebilme olanağı yoktur.Bilindiği üzere; elbirliği (İştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur. Medeni Kanunun 701-703 maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin ( ortaklığın ) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan herbirinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, Medeni Kanunun 701 maddesinde (... Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır. Medeni Kanunun 702/2 maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (ll.l0.982 tarih l982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir.Diğer taraftan; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Öte yandan, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.06.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde (6100 Sayılı HMK'nın 282. maddesi) belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mütalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.Hal böyle olunca, ehliyetsizlik iddiasına dayalı “tasarrufun iptali”isteminin iptal yanısıra tescil isteğini de kapsadığı kabul edilerek yargılama sırasında muris öldüğüne göre öncelikle iştirakin sağlanması zorunluluğunun gözetilmesi, davaya muvafakat etmeyen mirasçılar bulunduğuna göre miras şirketine Medeni Kanununun 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi, böylelikle davanın görülebilirlik koşulunun yerine getirilmesi, daha sonra murisin temlik tarihi itibariyle ehliyetli olup- olmadığının saptanması bakımından varsa murise ait sağlık kurulu raporları, reçeteler vs. istenerek 2659 sayılı Yasanın 7. ve 16.maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan rapor alınması, yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda tarafların tüm delillerinin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, murisin temlik tarihi itibariyle ehliyetsiz olduğunun saptanması halinde davanın kabulüne, hukuki ehliyete haiz olduğunun saptanması halinde ise diğer iddianın üzerinde durularak hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek ve sadece taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı iddiası üzerinde durularak yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.