MAHKEMESİ : İSTANBUL 8. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 05/12/2013NUMARASI : 2010/388-2013/586Taraflar arasında birleştirilerek görülen gaiplik, tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın reddine, birleşen davanın ise kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar asıl davanın davacısı Hazine ve davalı Kayyım vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Asıl dava; Türk Medeni Kanununun 588. maddesine dayalı gaiplik ve tapu iptal tescil, birleşen dava ise; 5737 sayılı Yasanın 17. maddesine dayalı tapu iptal ve vakfı adına tescil isteklerine ilişkindir. Mahkemece, asıl davanın reddine, birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm asıl davanın davacısı Hazine ve davalı Kayyım tarafından temyiz edilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu kagir ev vasıflı ... ada 10 parsel sayılı taşınmazın 06.07.1943 tarihinde kadastro sonucunda N..E.. adına tescil edildiği, 3/8 payının 23.01.1947 tarihinde M..E..’e satış suretiyle devredildiği, adı geçenlerin ölümünden sonra 11.12.1959 tarihli intikal işlemi ile E..H.., N..D.. ve N..H.. adlarına elbirliği halinde tescil edildiği, kadastro tespitine esas dayanak belgelerde Z..A..E.. Vakfından olduğunun nev’i hanesinde belirtilmiş olduğu, Beyoğlu 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 06.10.1999 tarihli ve 1999/308-679 Esas-Karar sayılı ilamı ile adı geçenlere 3561 sayılı Yasa uyarınca Defterdarın kayyım olarak atandığı, Davacı Hazine’nin asıl davada; taşınmazın 10 yıllık kayyımla idare süresinin dolduğunu ileri sürerek gaiplik ve taşınmazın Hazine adına tesciline karar verilmesini talep ettiği, birleşen davada ise davacı Vakıflar İdaresinin kayıt maliklerinin gaip olması ve taşınmazın aslının vakıf olması nedeniyle 5737 sayılı Yasanın 17. maddesi uyarınca vakfı adına tesciline karar verilmesini istediği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; Vakıf Hukukumuzda, İcareteynli ve mukataalı vakıfların kuru mülkiyeti (rekabesi) vakfa, kullanma (tasarruf) hakkı ise mutasarrıfa ait bulunmakta, mutasarrıfın bu hakkı ölmesi üzerine mirasçılarına intikal etmekteydi. Mutasarrıfın mirasçısının bulunmaması halinde ise vakıf mal mahlulen vakfına dönmekteydi. Ne varki, Medeni Kanunun kabulünden sonra aynı taşınmaz üzerinde kuru mülkiyet (rekabe) hakkı ile mirasçılara kalan, nesilden nesile geçen tasarruf hakkı gibi iki hakkın varlığı getirilen yeni mülkiyet kuralları ile bağdaşı görülmemiş, vaki vakıf hukukumuzu yeniden düzenleme, Medeni Kanunun kabul ettiği mülkiyet rejimine uyarlama zorunluluğu doğmuştur. Bu amaçla 2762 sayılı Vakıflar Yasası 5.6.l935 tarihinde kabul edilmiş, 13.6.1935 tarihinde yayınlanmış, 6 ay sonra 13.12.1935 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Söz konusu kanun ile vakıf taşınmazların icareteyn ve mukataya bağlanması yasaklanmış. daha önce kurulmuş bu tür vakıfların tasfiyesi yoluna gidilmiştir. Söz konusu yasanın özellikle 27, 29 ve 30 maddelerinde özetle (.. mukataalı toprakların ve icareteynli taşınmazların mülkiyetinin yirmi misli bir taviz karşılığında mutasarrıfına geçirileceği on yıl içerisinde taviz vermek yoluyla icareteyn veya mukataa kayıtları terkin edilmemiş olanların mülkiyetinin ise on yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği ve vakfın hakkının ivaza dönüşeceği) hükme bağlanmıştır. Görülen luzüm üzerine 13.6.1945 tarih 4755 sayılı Yasa ile bu süre 13.12.1955 tarihine kadar on yıl daha uzatılmıştır. Anılan bu vakıf yasalarının hükümlerine göre taviz bedeli ödendikten veya taviz bedeli ödenmese dahi öngörülen yirmi yıllık süre geçtikten sonra vakıf taşınmazların tam mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş, diğer bir söyleyişle vakıf taşınmaz özel mülk, mutasarrıf malik olmuştur. Mutasarrıf iken malik olan kişilerin mirasçı bırakmadan ölmeleri üzerine taşınmazları M.K'nın 501. (eski 448. md.) maddesi uyarınca son mirasçı sıfatıyla Hazineye kalmıştır. Ancak, yasa koyucu öncesi vakıf olan taşınmazların vakfına (aslına)dönmesini daha uygun görmüş,bazı ayrıcalıklar dışında, Hazineye intikal yolunu kapatmak istemiştir. İşte bu nedenle 22.9.1983 tarih 2888 sayılı yasanın 2. maddesiyle 2762 sayılı yasanın 29. maddesini değiştirip ayrıca ikinci bir fıkra ekliyerek Medeni Kanunun 501.maddesinin Hazinenin mirasçı olacağı yönündeki genel hükmünden ayrılmış "mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda maliklerin bu yasanın yürürlük tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye intikal edipte bu husus tapu kaydına bağlanmış bulunanlar ayrık bırakılarak işlenmemiş olan taşınmazların mahlulen vakfına rücu edeceği" kuralını getirmiştir. Yukarıda belirtilen yasa hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, 2888 sayılı yasanın yürürlük tarihi 24.9.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların Hazineye geçmesine yasal olanağın kalmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Öte yandan, daha önce Hazine üzerine oluşan tapu kayıtlarının iptal edilememesi içinde; taşınmazın önce mutasarrıfına geçip özel mülk haline gelmesi, mal sahibinin mirasçı bırakmadan ölmesi ve 2888 sayılı yasanın yürürlüğünden önce tapuda Hazine üzerine yazılması gibi üç koşulun gekçekleşmesi gerekmektedir. Vakıflar Yasasının tasfiye hükümlerinin işlemesinden önce vakıf malın kuru mülkiyetinin mutasarrıfa geçtiğinden, mutasarrıfın tam malik sıfatını kazandığından söz edilemez. Anılan yasanın 29. maddesinde açıklanan koşullar gerçekleşmeden, mirasçı bırakmaksızın ölen kişi malik olamayacağı gibi tasarruf hakkı dahi sona ereceğinden taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçtiği ileri sürülemez. Aynı şekilde mutasarrıfı kaçak ve yitik kişi durumuna düşen taşınmazların mülkiyetinin de metruken vakfına dönmesi asıl olup hiçbir surette Hazineye geçmesine yasal olanak yoktur. Öyle ise, 2762 sayılı Yasanın 2888 sayılı Yasa ile değişik 29/2 maddesi ve 5737 sayılı Yasanın 17. maddesi hükmü karşısında 22.09.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların taviz bedeli ödensin yada ödenmesin Hazine adına tesciline yasal imkan kalmamıştır.Öte yandan; 5737 sayılı Yasanın 17. maddesinde “Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk veya mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir.” hükmü uyarınca taşınmazın vakfı adına tesciline karar verilebilmesi için mukataalı ya da icareteynli olup olmadığı, kayıt maliklerinin mirasçılarının bulunup bulunmadığının saptanması gerektiğinde kuşku yoktur. Somut olaya gelince, mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye elverişli olduğunu söyleyebilme imkanı yoktur. Şöyle ki; “Z.. A..E.. V...”nın mazbut vakıflardan olup olmadığı, kayıt maliklerinin mirasçılarının bulunup bulunmadığı yönünde hükme yeterli bir araştırma yapılmamıştır. Hâl böyle olunca, çekişme konusu taşınmazın intikalen tesciline dayanak İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1959/1263-1232 Esas-Karar sayılı mirasçılık belgesi ve dosya içinde mevcut 01.04.1934 tarihli nüfus cüzdanı örneğindeki bilgilerden de yararlanmak suretiyle kayıt maliklerinin mirasçıları bulunup bulunmadığının nüfus kayıtlarının temini ile tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması, “Z.. A..E..Vakfı”nın mazbut vakıflardan olup olmadığının araştırılması ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, anılan hususların gözardı edilmiş olması doğru değildir. Kabule göre de; taşınmazın elbirliği halinde mülkiyet şeklinde tapuya kayıtlı olması nedeniyle, infazda tereddüt oluşturacak şekilde Vakıf adına tescili gereken pay belirlenmeden hüküm tesis edilmesi doğru olmadığı gibi, birleşen davada davalı kayyımın yasal hasım konumunda olduğu gözetilmeksizin harç, yargılama gideri ve bu giderlerden sayılan vekalet ücretinden sorumlu tutulmuş olması da isabetsizdir.Davacı Hazine ve davalı Kayyım’ın temyiz itirazı açıklanan yönler itibariyle yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 29.01.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.