MAHKEMESİ : ERZİNCAN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 07/03/2013NUMARASI : 2011/123-2013/110Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından süresinde, davacı vekili tarafından ise süresinden sonra duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 21.10.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat F..Y.. geldi, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davacının yaşlı olup, tek taşınmazını herhangi bir bedel ödemeden satmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, başkalarının yardımı ile geçindiği, davalının bedel ödediğini ispat edemediği, yaşı ve gözlemlenen duyma bozukluğu dikkate alındığında davacının işlem sırasında taşınmazın satışını yaptığını bilebilecek durumda olmadığı ve iradesinin fesada uğratılmış olduğu kanaatine varıldığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmiştir.Gerekçeli karar davacı vekiline 02.04.2013 tarihinde tebliğ edilmiş, ne var ki; davacı vekili, yasada öngörülen (6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 432. maddesi) onbeş günlük süre geçtikten sonra 18.04.2013 havale tarihli dilekçesi ile hükmü temyiz etmiştir. Bu durumda, tebliğ günü ile temyiz tarihi arasında 15 günlük yasal temyiz süresi geçtiğinden davacı tarafın temyiz isteminin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 2494 sayılı Kanun ile değişik 432 maddesi ve 1.6.1990 tarih 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca REDDİNE. Davalı vekilinin temyiz itirazlarına gelince; Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının kat mülkiyeti kurulu 52 ada 11 parseldeki çekişmeye konu 4 nolu meskeninin intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini 13.06.2005 tarihinde satış suretiyle davalıya devrettiği, anlaşılmaktadır.Davacı, okuma yazma bilmediğini, davalı ile eşinin ''evin harabe oldu, tamir ettirelim, ancak imzan gerekiyor'' diye söylemeleri üzerine akrabası oldukları ve yardım edecekleri düşüncesi ile güvendiğini, ayaklarının tedavisi için önce doktora götürüp sağlık raporu alındığını, sonra da tamir için gerekli olan yere götürülüp imza attırıldığını, ancak taşınmaz da herhangi bir tamirat yapılmadığını, bunun üzerine kiraya vererek tamir konusunda kiracı ile anlaştığını, tamir masrafları mahsup edildikten sonra kira ödemesi aşamasına gelince, davalının kira bedellerinin kendisine ödenmesi gerektiği, imza attığında 4 nolu bağımsız bölümünü kendisine sattığını beyan ettiğini, böylece 2011 yılı Ocak ayında kandırıldığını anladığını, işlem sırasında tanıklar ile memurun gerekli açıklamaları yapmadıklarını, Borçlar Kanunu'nun 28. maddesi hükmü gereğince iradesinin fesada uğratıldığını, taşınmazı satmasını gerektiren bir durum olmadığı gibi, herhangi bir bedel de ödenmediğini ileri sürerek, sözleşmenin feshi ile tapunun iptali ve adına tescili istekli eldeki davayı açmış, yargılama sırasında kısıtlanması üzerine vasisi davayı takip etmiştir. Davalı, iddiaların doğru olmadığını, davacının dedesi N..K..'un ikinci eşi olup onunla 1987 yılında evlendiğini, çekişme konusu dairenin dedesinden davacıya kaldığını, dedesi ile davacının tüm bakım ve işlerini kendisinin gördüğünü, satışın şahitler huzurunda yapıldığını, intifa hakkının da davacı üzerinde bırakıldığını, davacının fiil ehliyetini kaybettiğini ve 6 yıl sonra bu nedenle dava açtığını, dava ehliyetinin olup olmadığı yönünde raporunun alınması gerektiğini, 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini belirterek, davanın reddini savunmuştur. Hemen belirtmek gerekir ki; hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 39. (eski Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi) maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü sürenin hileye maruz kalan kimsenin bunu öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, mağdurun öğrenme tarihi olarak ileri sürdüğü tarihin esas alınacağı belirgin olup; diğer tarafın öğrenmenin (ıttılaın ) bu tarih değil de daha önce olduğunu iddia etmesi durumunda, bu iddiasını ispat zorunluluğunda olduğunda da kuşku bulunmamaktadır. Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 20.04.1983 gün ve 1980/1-1846-397 sayılı kararında da aynı hususa işaret edilmiştir.Somut olaya gelince; davacı hileye düşürüldüğünü 2011 yılı Ocak ayında öğrendiğini iddia etmiş, davalı bu duruma karşı çıkarak 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açıldığını savunmuş ise de, öğrenme tarihinin davacının ileri sürdüğü tarih değil de daha önce ki bir tarih olduğunu davalının ispat edemediği, bu durumda davanın süresinde açıldığı mahkemece kabul edilerek işin esasına girilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Ne var ki; davacının tanık olarak gösterdiği H.. Ş.. ile K.. G..'in beyanlarında özetle; işlem sırasında satış senedinin davacıya okunduğunu, davacının da taşınmazı sattığını söylediğini, bunun üzerine sözleşmeyi imzaladıklarını ifade ettikleri, anılan tanıkların aynı zamanda davacının okuma yazma bilmemesi sebebi ile çekişme konusu taşınmazın davalıya devrine ilişkin 13.06.2005 tarihli resmi senet tanıkları olmaları sebebi ile işlemin gerçekleştirildiği sırada davacının satış yaptığını bildiği ve satış iradesi ile hareket ettiği anlaşılmaktadır. O halde, davacının iradesinin fesada uğratıldığının kabulüne olanak yoktur. Hâl böyle olunca, hile (aldatma) iddiasının ispatlanamamış olması karşısında davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Davalı vekilinin temyiz itirazları belirtilen nedenle yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraflardan davalı vekili için 1.100.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin diğer temyiz edenden alınmasına, 29.01.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.