MAHKEMESİ : BEYOĞLU 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 25/05/2010NUMARASI : 2007/239-2010/182Taraflar arasında görülen davada;Davacı, miras bırakan babası F. A.’ın, yaşadığı rahatsızlıklar nedeniyle ehliyetsiz olduğu halde 742 ada 4,5, 6, 8, 9, 11,21,22 ve 23 parsel sayılı taşınmazlarını 09.09.2004 tarihinde göstermelik bedelle satış suretiyle davalıya temlik ettiğini, işlemin danışıklı yapıldığını, murisin mirastan mal kaçırmak istediğini ileri sürerek, ehliyetsizlik olmazsa muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak dava konusu 742 ada 8 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının miras payı oranında iptaliyle adına tescili isteğinde bulunmuştur. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, miras bırakanın temlik tarihinde ehliyetli olduğunun belirlendiği ve muvazaa koşullarının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma isteği değerden reddedilerek, Tetkik Hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının miras bırakanı F.A.’ın maliki olduğu dava dışı taşınmazlarla birlikte çekişmeli 742 ada 8 parsel sayılı taşınmazdaki payını 09.09.2004 tarihinde satış suretiyle davalıya temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacı, yapılan temlik sırasında miras bırakanının hukuki ehliyete haiz olmadığını ve aynı zamanda temlikin mirasçıdan mal kaçırmak amaçlı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.Somut olaya gelince; mahkemece, başka taşınmazlar yönünden ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı açılan davalar nedeniyle miras bırakanın 12.07.2005 tarihi itibariyle ehliyetli olduğuna ilişkin Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden elde edilen rapor esas alınmak suretiyle ve aynı zamanda muris muvazaasının da kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği görülmektedir.Oysa eldeki davaya konu edilen çekişmeli taşınmaz temlikinin 09.09.2004 tarihinde yapıldığı, hukuksal ehliyet olgusu yönünden değerlendirilen Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinin raporunda murisin 12.07.2005 tarihi itibariyle ehliyetli olduğunun belirtilmiş olduğu dava konusu işlem tarihine göre Adli Tıp Kurumu raporu bulunmadığı, sonraki döneme ilişkin bilirkişi değerlendirmesi ile yetinilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki bir kimsenin önceden ehliyetli olmadığı halde sonradan ehliyete haiz bir duruma gelebildiği tıbben olanaklıdır. Buna göre yukarıda değinilen rapor hükme esas alınarak neticeye gidilmiş olması doğru değildir.Hal böyle olunca ehliyetsizlik olgusunun kamu düzeniyle ilgili olması nedeniyle akit tarihi itibariyle miras bırakanın hukuki ehliyete haiz olup olmadığının 2659 sayılı yasanın 7,16 maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumundan alınacak raporla saptanması ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde muris muvazaası ile ilgili iddianın değerlendirilmesi, murisin ehliyetsiz olduğunun belirlenmesi halinde ise miras bırakanın terekesinin TMK 701 ila 703 maddelerinde öngörülen elbirliği mülkiyetine tabii olduğu ve ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı pay oranında dava açılamayacağının gözetilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.