Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 14115 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 8770 - Esas Yıl 2012
MAHKEMESİ : ANKARA 14. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 16/02/2012NUMARASI : 2008/501-2012/47Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 1982 parsel sayılı taşınmazın 4/8 payı ile 1983 parsel sayılı taşınmazın 12/20 payı davacı adına kayıtlı iken, davacının babası dava dışı Haydar’a verdiği 29.09.2003 tarihli vekaletname ve H...’ın da davalı H...’e verdiği 13.07.2005 tarihli vekaletnameye davalı olarak H... tarafından kızı olan diğer davalı Ş...’a 08.09.2005 tarihinde satış suretiyle temlik edildiği, davacının da çekişme konusu payların davalı H... tarafından talimatı ve haberi olmadan temlikinin gerçekleştirildiğini, satış bedelinin de ödenmediği dolayısıyla vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasıyla eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine g??re, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 506/2.md) hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davalıların savunmasında, temlikin davacının babası dava dışı Haydar’ın borçları nedeniyle gerçekleştirildiği biçimindeki savunması, işlem sırasında davacıya bedel ödenmediğini göstermektedir. Esasen davacıya yapılan ödemeyi gösteren bir belge de yoktur. Bu tür bir savunmanın miktar itibariyle senetle kanıtlanması gerektiği kuşkusuzdur. Bir an için bedel ödendiği varsayılsa bile, gerçek değer ile karşılaştırıldığında açık ve aşırı fark bulunmaktadır. Öte yandan davacının satışa ilişkin talimatı bulunduğu da kanıtlanmış değildir. Belirtilen bütün bu olgular, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirildiğinde, temlikin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği, baba-kız olan davalıların el ve iş birliği içinde hareket ettiği sonucuna ulaşılmaktadır. Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Davacının temyiz itirazının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 Sayılı HMK’nun geçici 3/2. maddesi yollamasıyla) 1086 Sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.11.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.