MAHKEMESİ : TRABZON 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 17/03/2015NUMARASI : 2013/226-2015/210Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı kayyım vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, 5737 Sayılı Yasanın 17.maddesine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, 5737 Sayılı Yasanın 17.maddesinin koşullarının gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm yalnız kayıt maliklerinden “Mehmet oğlu Süleyman” kayyımı tarafından temyiz edilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 153 ada 67 parsel sayılı taşınmazın “Mehmet oğlu Süleyman ve Şaban oğlu M.. Ö..” adlarına paylı olarak kayıtlı olduğu, Trabzon 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2002/240-338 Esas-Karar sayılı ilamı ile “Mehmet oğlu Süleyman” için 3561 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca Defterdarın kayyım olarak atandığı, çekişme konusu taşınmazda gerçekleştirildiği anlaşılan 30.06.1962 tarihli ve 1826 yevmiye numaralı satış işlemine ilişkin resmi akit ve dayanak belgelerden, taşınmazın tamamının “Mehmet oğlu Süleyman” a ait iken, 1315 yılında öldüğü, veraset ilamına atıf yapılarak mirasçılarının belirtildiği ve bir kısım mirasçılarının paylarını satış suretiyle diğer paydaş M.. Ö..’a temlik ettikleri, davacı Vakıflar idaresinin Mehmet oğlu Süleyman kayyımı ile Şaban oğlu M.. Ö..’a husumet yöneltilmek suretiyle adı geçenlere ait payların iptali ile vakfı adına tescili isteğiyle eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Dava ehliyeti davada taraf olma yeteneğidir. 6100 sayılı HMK'nın 51.maddesinde "Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir." hükmüne yer verilmiştir. Medeni Kanunumuz ise, davada taraf olma ehliyetini, medeni haklardan yararlanma ehliyetinin bir parçası saymış, 8, 28, 47 ve 48. maddeleriyle bu yönde hükümler getirerek medeni haklardan yararlanma ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişinin davada taraf olma yeteneğini taşıdığını, her gerçek kişinin sağ doğmak koşuluyla ana rahmine düştüğü andan itibaren taraf ehliyetini kazanacağını ve yaşadığı sürece taraf ehliyetinin devam edeceğini belirtmiştir. Öte yandan gerçek kişinin ölümüyle medeni haklardan yararlanma ehliyeti ve./..buna bağlı olarak ta taraf ehliyetinin sona ereceği TMK'nin 28. maddesinin buyurucu nitelikteki hükmüyle açıklanmıştır. Dava tarihinden önce ölüm nedeniyle şahsiyeti son bulan kişinin taraf ehliyetini yitireceği kuşkusuzdur. Yine, 4.5.1978 tarih 1978/4-5 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında da dava tarihinden önce ölen kişinin taraf ehliyetini yitireceği, aleyhine dava açılamayacağı, dava tarihinde şahsiyeti sona ermiş olan kimsenin mirasçılarına ardıllık (halefiyet) kuralı uygulanamayacağından tebligat yapılmak veya dava ıslah edilmek suretiyle davaya devam edilemeyeceği vurgulanmış, içtihatlar bu doğrultuda kararlılık kazanmıştır. Bu durumda davanın açıldığı, yargılamanın yürütüldüğü ve karara bağlandığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan yasalar uyarınca davanın reddedilmesi gerekir ise de, HUMK'u yürürlükten kaldıran 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK'nin 124. maddesi; “(1)Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür.(2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. (3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. (4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.” düzenlemesini içermektedir.Maddenin gerekçesinde; “Taraflar gösterilirken bazen maddî hata sebebiyle bir yanılgı ortaya çıkabilir; aslında muhatabı belli olan uyuşmazlık, bu hata sebebiyle mevcut olmayan ya da farklı kişiye karşı yürütülebilir. Böyle bir durumda, mutlaka karşı tarafın rızasını aramak, yargılamanın kaderini gerçekte muhatap olmaması gereken bir kişinin rızasına bağlamak anlamına gelebilir ve yargılama gereksiz yere uzayabilir, hatta yeni dava açılması sonucu ortaya çıkabilir. Bu sebeple, maddî hatadan dolayı muhatabın yanlış gösterilmesi hâlinde, diğer tarafın rızası aranmadan taraf değişikliği kabul edilmiştir. Ayrıca, bazen davacı, tüm özeni göstermiş, tüm araştırmayı yapmış olmasına rağmen dava açacağı kişiyi doğru tespit edememiş olabilir. Nitekim, uygulamada temsilcide yanılma olarak nitelenen durumlarda, bu haklı bir yanılma kabul edilerek, diğer tarafın rızası aranmadan yargılama gerçek muhataba karşı yürütülmektedir. Aynı şekilde, yanılma, diğer tarafın davranış ya da işlemlerinden veya hukukî ilişkinin karmaşık niteliğinden de kaynaklanabilir. Örneğin, holding şeklindeki şirketlerde muhatabın doğru tespitinin tam olarak mümkün olmaması, hukukî ilişkide farklı temsilci ya da vekillerin asıl tarafmış gibi davranması durumlarında, gerçek taraf, verilen cevap ya da yargılama işlemleriyle anlaşılabilecektir. Keza, kısa süre önce işlem yapılmış ya da sadece vekiliyle muhatap olunmuş bir işlemden sonra muhatabın ölmesi hâlinde, mirasçıları değil, ölen kişiye dava açılmasında da benzer bir durum vardır. Böyle durumlarda, tarafın, yargılamayı uzatmak yönünde niyeti olamayacağı gibi bunda hukukî yararı da yoktur. Verilen örneklerdeki gibi, yanlış taraf gösterilmesi dürüstlük kuralına aykırı değilse, ortaya çıkan dava ilişkisi sebebiyle daha üstün bir yarar dikkate alınarak, yargılamaya gerçek tarafla devam etmekte yarar vardır. Böyle bir durumda, karşı tarafın rızası aranmadan hâkimin kabulüyle yeni tarafa karşı davaya devam edilebilecektir. Bu hâllerde hâkimin yapacağı inceleme, sadece hatanın maddî hata olup olmadığı ve taraf değişikliği isteğinin dürüstlük kuralına aykırı bulunup bulunmadığıdır.” Bu gibi durumlarda dava reddedilmeyip mirasçılarının davaya katılımlarının sağlanmasıyla yargılama yapılması olanağı getirilmiştir../..Somut olaya gelince, çekişme konusu taşınmazda pay temlikine ilişkin 30.06.1962 tarihli ve 1826 yevmiye numaralı resmi akitten “Mehmet oğlu Süleyman”ın ölü olduğu ve mirasçılarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Ölü olduğu anlaşılan kişiye kayyım tayin edilmiş olması doğru olmadığı gibi, kayyım atanmasına ve kayyımın davada yer alması sağlanarak yargılamanın sürdürülüp karar verilmiş olmasına da hukuki değer verilemez.Öte yandan olayda 6100 Sayılı HMK’nun 124. Maddesinin uygulanma yeri de yoktur. Davada taraf sıfatı kamu düzenini ilgilendirip yargılamanın her aşamasında resen gözetilmesi gerektirir.Hâl böyle olunca “Mehmet oğlu Süleyman” hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekirken anılan husus gözardı edilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.Davalı kayyımın temyiz itirazının açıklanan nedenden ötürü kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.