Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 13540 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 10199 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ: İSTANBUL 18. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 08/05/2012NUMARASI: 2010/223-2012/265Taraflar arasındaki davadan dolayı İstanbul 18.Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 08.05 2012 gün ve 2010/223 esas 2012/265 karar sayılı hükmün onanmasına ilişkin olan 13.02.2013 gün ve 12445-1832 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davacı tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmadığı taktirde bedelin tazmini isteğine ilişkin olup mahkemece; tapu iptal ve tescil isteğinin reddine, bedelin tazmini isteğinin kabulüne karar verilmiş, hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine, Dairece; '' hükmün dayandığı yasal ve hukusal gerekçe ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı'' gerekçesiyle onanmış, Dairenin onama ilamına karşı davacı vekilince karar düzeltme isteğinde bulunulmuştur.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının kayden maliki olduğu, kat irtifakı kurulu, 19458 parselde yer alan, dükkan vasfındaki 2 nolu bağımsız bölümün, 28/03/2007 tarihli vekaletname ile vekil kıldığı davalı H... S... tarafından 29/03/2007 tarihinde davalı Ş... G...'e satış yoluyla temlik edildiği, onun da 03/05/2007 tarihli satış akdi ile diğer davalı M... Ş...'a devrettiği anlaşılmaktadır.Davacı dava dilekçesinde; 2 nolu bağımsız bölümün satışı konusunda yetkilendirdiği H... S...'la kardeş olduklarını, dükkana iyi fiyata müşteri buldukları konusunda H... ve arkadaşı Ş...'in kendisini ikna ettiklerini, uzun süre satıştan haberdar edilmediğini, oyalandığını, şüphe üzerine Tapu Müdürlüğünde yaptığı araştırmada taşınmazın vekaletin düzenlendiği tarihten birgün sonra Ş...'e, kısa bir süre sonrada 03/05/2007 tarihinde M... Ş...'a satış yoluyla temlik edildiğini öğrendiğini, satış bedelinin kendisine ödenmediğini, satıştan bilgi verilmediğini, değerinin çok altında bir bedelle temlik edildiğini, vekil, ara malik ve son kayıt malikinin birlikte hareket ettiklerini, zararlandırıldığını, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davacının, çekişmeli taşınmazın satışı konusunda kardeşi H... S...'a vekalet verdiği, taşınmazın kısa aralıklarla ara malik Ş... G... ve son kayıt maliki M... Ş...'a devredildiği, davacının satıştan haberdar edilmediği, bedelin ödendiğinin kanıtlanamadığı, akitte gösterilen satış bedeli ile bilirkişi raporunda satış tarihi itibariyle belirlenen bedel arasında da yarıya yakın değer farkının olduğu, davalı tanığı olarak dinlenen Emlakçı E... K... dışındaki tüm tanıkların (davacı ile vekil H...'nin kardeşleri H... S...., İ... S... ve boşandığı eşi İ... A...) "vekil H...'in Ş... ve M...'le arkadaş olduklarını, davacının istanbul'daki dükkanını satmak istemesi üzerine vekil H... ve arkadaşı Ş...'in müşteri bularak iyi fiyata satmayı vaadettiklerini, satış konusunda vekaletin alınmasından sonra kısa sürelerde taşınmazın el değiştirdiğini, vekil H... ile diğer davalılar Ş... ve M... arasında borç para alış- verişi olduğunu, vekilin paraya ihtiyacı oldukça diğer davalı Ş...'den faizle borç para aldığını, gerek telefonla gerekse köye gelerek zaman zaman vekil H...'le görüştüklerini " ifade ettikleri dosya kapsamı ile sabittir. Açıklanan olgu ve olayların akışından özellikle davacının tanık anlatımları karşısında davalı yanın emlakçı tanığının " Ş... ve M...'in birbirini tanımadıkları yönündeki beyanlarına" itibar edilmeyerek vekil ile diğer davalıların el ve işbirliği içinde davacıyı zararlandırmak kastı ile hareket ettikleri sonucuna varılmaktadır. Hal böyle olunca; tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile bedelin tazmini yönünde yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.Anılan bu hususlar davacı vekilinin karar düzeltme isteği sonucu yeniden yapılan inceleme neticesinde anlaşıldığından, karar düzeltme isteğinin HUMK'nun 440. maddesi gereğince kabulüyle, Dairenin 13/02/2013 tarih, 2012/12445 Esas, 2013/1832 Karar sayılı ONAMA KARARININ ORTADAN KALDIRILMASINA, yerel mahkemenin 08/05/2012 tarih, 2010/223 Esas, 2012/265 sayılı kararının açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,26.09.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.