Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 13466 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 11540 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : BODRUM 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 12/09/2011NUMARASI : 2007/264-2011/343Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...................'nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.Davacı, davalılardan G.. B..'den borç para aldığını, karşılığında 15.02.2006 tarihinde başlayıp 15.09.2006 tarihinde sona eren her biri 12.000,00 TL tutarında 8 adet bono verdiğini, borcun teminatı olarak da dava konusu 900 parsel sayılı taşınmazı 20.000,00 TL satış bedeli göstererek davalı G.... B........l'e devrettiğini, satış sonrası davalı ile aralarında resmi olmayan bir geri alım (vefa) sözleşmesi yaptıklarını, bu sözleşme ile 9 ay içerisinde 200.000,00 TL ödenmesi halinde davalının taşınmazı geri satacağını taahhüt ettiğini, sözleşmedeki süre 09.12.2006 tarihinde sona ermesine rağmen davalı G.. B..'in 21.06.2006 tarihinde çekişme konusu taşınmazı diğer davalı İ.. S..'e 6.000,00 TL karşılığında muvazaalı bir şekilde devrettiğini, davalı G.. B..'in hileli yollardan dava konusu taşınmazı iktisap ettiğini ileri sürüp tapunun iptali ile taşınmazın adına tesciline karar verilmesini istemiştirDavalı Gökhan, ortada gerçek bir satış olduğunu, geri alım sözleşmesinin resmi nitelik taşımadığını, davalı İrfan, taraflar arasındaki sözleşmenin tapuya şerh verilmediğini, iyiniyetli üçüncü kişi konumunda olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, taşınmazlarda ayni hak niteliğindeki tüm işlemlerin resmi şekilde düzenlenmesi gerektiği, taraflar arasında düzenlenen adi senetlerin hukuki değerinin bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Çekişme konusu 900 parsel sayılı taşınmazın davacıya aitken 22.12.2005 tarihinde davalı Gökhan'a satış suretiyle temlik edildiği, davalı Gökhan tarafından da 21.06.2006 tarihinde diğer davalı İrfan'a devredildiği kayden sabittir../.. Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan TMK 959 (M.K.nun 873.) maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Öte yandan, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. TBK 97.(Borçlar Kanunu mad.81) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de Türk Borçlar Kanununun 26. ve 27. (Borçlar Kanununun 19 ve 20) maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ifa uğruna edim” olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.../...Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.İnançlı işlem iddialarının 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği; böyle bir belgenin yokluğu sebebiyle inançlı işlem iddiası kanıtlanamıyorsa, yazılı delil başlangıcı sayılacak nitelikteki bir olgunun varlığı halinde buna itibar edilmesi gerekeceği tartışmasızdır. Şayet, T.M.K.'nun 6.maddesi hükmü uyarınca ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışma, gibi birtakım belgeler var ise ancak bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın tanık dahil her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Eğer böylesi bir yazılı delil başlangıcı sayılacak bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu şüphesizdir.Somut olayda davacı ile davalı Gökhan arasında düzenlenen 23.12.2005 günlü belgenin İçtihadı Birleştirme Kararında öngörülen inançlı işlemin belgesi niteliğinde olduğu açıktır.Hâl böyle olunca, 6098 Sayılı B.K.'nun 97. maddesi uyarınca 23.12.2005 tarihli belgede sözü edilen 200.000,00 TL'yi mahkeme veznesine depo etmesi için davacıya süre verilmesi, yatırdığı takdirde davalı Gökhan'ın diğer davalı İrfan'ın vekili olması nedeniyle kayıt maliki İrfan'ın durumu bilen ya da bilmesi gereken kişi konumunda olduğu, dolayısı ile 4721 Sayılı T.M.K.'nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı gözetilerek davanın kabul edilmesi, aksi halde davanın reddedilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi doğru değildir.Davacı vekilinin, temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.