MAHKEMESİ: ERCİŞ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 25/03/2011NUMARASI: 2008/25-2011/242Taraflar arasında görülen davada;Davacılar, miras bırakan R.'nın 33 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 795/2240 payını diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak oğulları Fikri ve davalı L.'ye 1984 yılında satış suretiyle temlik ettiğini, F.nin de muristen temellük ettiği 515/2240 payı davalı M.'ya aynı şekilde devrettiğini, miras bırakanın akit tarihinde 95 yaşında olup, yaşı itibariyle akli dengesinin tam olduğundan söz edilemeyeceğini, davalıların köyü niyetli olduklarını ileri sürerek, tapu iptali ve miras payları oranında tescil isteğinde bulunmuşlardır.Davalılar, iddiaların doğru olmadığını, miras bırakanın işlemden 13 yıl sonra ehliyetli olduğunu belirtir uzman doktor raporunun bulunduğunu, çekişmeli taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldıklarını belirtip, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, muvazaa olgusu sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedildi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve pay oranında tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakanın çekişme konusu 33 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 795/2240 payından 280/2240 payı davalı oğlu L.’ye, 515/2240 payı ise dava dışı diğer oğlu F.’ye 19.12.1984 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği, F.’nin de vekili aracılığıyla anılan taşınmazdaki miras bırakandan edindiği payla birlikte toplam 755/2240 payı 25.09.2001 tarihinde aynı şekilde murisin torunu olan davalı M. V.’a devrettiği anlaşılmaktadır.Davacılar, anılan temliki işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ve miras bırakanın temlik tarihinde 95 yaşında olup, akli dengesinin yerinde olduğundan söz edilemeyeceğini ileri sürerek, eldeki davayı açmışlardır.Hemen belirtilmelidir ki; ehliyetsizlik iddiası kamu düzenini ilgilendirir ve re’sen gözetilmesi gerekir. Bu niteliği itibariyle de öncelikle incelenmesi gerekeceği açıktır.Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.Somut olayda; mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünde araştırma yapılmamış, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’ndan rapor alınmamıştır.Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’ndan rapor alınmak suretiyle miras bırakanının akdin yapıldığı tarihte hukuki ehliyete haiz olup olmadığının saptanması, murisin hukuki ehliyete haiz olmadığının belirlenmesi halinde pay oranında anılan davanın dinlenemeyeceğinin gözetilmesi ehliyetli olduğunun belirlenmesi halinde muris muvazaası hukuksal nedeni üzerinde durulması, toplanan ve toplanacak olan tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması isabetsizdir.Davalıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.