Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 13415 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 9845 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : ALANYA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 10/01/2013NUMARASI : 2006/147-2013/20Yanlar arasında görülen ipoteğin terkini ile tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi,Gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı ipoteğin terkini ile tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.Mahkemece,ipoteğin kaldırılması isteğinin pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine;tapu iptali ve tescil isteğinin ise muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesi ile reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden;dava dışı H... A...'ın mirasbırakan R... A...'den 27.07.1998 tarihli vekaletname aldığı,bu vekaletnameye istinaden zirai kredi borcu nedeniyle mirasbırakanın maliki olduğu 105 ada 4 parsel sayılı taşınmazda Ziraat Bankası lehine ipotek tesis ettirdiği, mirasbırakanın oğlu dava dışı M...'in ise mirasbırakandan 16.10.1998 tarihli aldığı vekaletnameye istinaden dava konusu taşınmazı üzerindeki ipotekle birlikte 19.10.1998 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır. Davacılar,anılan temliki işlemlerin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğini ve davalının da kötüniyetli olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.6100 sayılı HMK. nun 26. ve 33.(1086 sayılı HUMK.nun 74 ve 76.) maddeleri hükümleri gereğince davada vakıaları bildirmek taraflara; bildirilen vakıalara göre hukuki sebepleri belirlemek ve buna uygun yasa hükümlerini uygulamak hakime yüklenen bir görevdir. Eldeki dava,Mahkemece, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak nitelendirilmiş ise de; dava dilekçesinde belirtilen olgulardan ve ileri sürülen hususlardan, davanın vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal sebebine dayandırıldığı açıktır.Dilekçede ileri sürülen muvazaa sözcüklerinin bir bütün halinde temliki işlemin geçersizliğinin ileri sürülmesi amacına yönelik bulunduğu düşünülmelidir. Mahkemece, dava konusu taşınmazlar bakımından belirtilen hukuki sebebe yönelik bir inceleme yapılmamıştır. Bilindiği üzere;Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 6098 sayılı TBK' nun 506/2. (818 sayılı BK' nun 390/2.) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerinin toplanarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı hukuki nitelendirme ve noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir.Davacılar vekilinin temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile yerel mahkeme kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.09.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.