MAHKEMESİ : KAŞ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 24/04/2013NUMARASI : 2006/287-2013/334Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil veya tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın (ve birleşen davaların) reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar ve birleşen davaların davacıları tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 27.01.2015 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılardan A.. K.. ve vekili Avukat Ş..D.. ile temyiz edilen davalılar S.. K.. v.d. vekili Avukat K..Y.. geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen Tereke Temsilcisi D..Ö.. gelmedi yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Asıl ve birleşen davalar, ehliyetsizlik, hile ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde tenkis isteğine ilişkin olup, mahkemece, asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.Davacılar, mirasbırakan H..A.. K..’nun ağır kalp hastası, yürüyemez ve yaptığı işlemin sonucunu bilmez hâlde iken oğlu davalı Süleyman’ın baskı, telkinleri ve kandırması sonucunda 197, 201, 25, 671, 709 parsel sayılı taşınmazları davalılara bağış ve satış suretiyle temlik ettiğini, davalı Recep’den devrettiği taşınmazlar için satış bedeli almayıp aynı gün anılan davalının 211 parsel sayılı taşınmazı davalı Süleyman’a devretmesini sağladığını, temliklerin mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla yapıldığını, murisin satışa ihtiyacı ve bağış için de nedeni olmadığını ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tescili, olmadığı taktirde tenkisi isteğiyle eldeki davayı açmışlar, yargılama sırasında ıslah suretiyle, 197 ve 201 parsellerin davalı Süleyman’a temlikinin miras payına ilişkin olup terekeye iadesinin gerektiğini bildirmişlerdir.Davalı Süleyman, davacıların murisle görüşmediklerini, mirasbırakanın tüm bakımını kendisinin yaptığını, mal kaçırma ve saklı payı ihlal kastının olmadığını, murisin fiil ehliyetinin doktor raporu ile tespit edildiğini diğer davalılar, dava konusu taşınmazları bedeli karşılığında satın aldıklarını, alım güçleri bulunduğunu, fiilen taşınmazları kullandıklarını belirterek davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; mirasbırakanın çekişme konusu 25 parsel sayılı taşınmazın 3/20 payını ve 671 parseli davalı Recep’e, 709 parseli ise davalı Ragıp’a 26.01.2006 tarihli akitle satış suretiyle temlik ettiği, aynı gün bir sonraki akitle davalı Recep’in de maliki olduğu 211 parseli davalı Süleyman’a satış suretiyle devrettiği, öte yandan murisin aynı gün 197 ve 201 parsel sayılı taşınmazları da oğlu davalı Süleyman’a kayıtsız, şartsız ve bedelsiz olarak bağışladığı, davalı Ragıp’ın da daha sonra 709 parseli 26.06.2006 tarihli akitle satış suretiyle davalı Süleyman’ın baldızı olan davalı Huriye’ye temlik ettiği, yargılama sırasında Kaş Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 14.02.2008 tarihli, 2007/143 Esas, 2008/61 Karar sayılı ilamı ile muris H.. A..K..’nun terekesine Kaş Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2006/287 esas sayılı davasında temsil etmek üzere D.. Ö..’nin mümessil tayin edildiği, kararın temyiz edilmeyerek 12.04.2008 tarihinde kesinleştiği, 09.07.2008 tarihli oturuma katılan tereke temsilcisinin mahkemece beyanının alınmadığı görülmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Nitekim Hukuk Genel Kurulu'nun 11.04.1990 tarihli, 1990/1-152 Esas, 1990/236 Karar sayılı kararında da aynı husus benimsenmiştir. Böylesi bir durumda, kamu düzenini ilgilendirmesi bakımından öncelikle ehliyetsizlik iddiası üzerinde durulması gerektiği açıktır.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı Yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, TMK'nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (11.06.1941 tarihli ve 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, 6100 sayılı HMK'nin 282. maddesi gereğince temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK'nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, 2659 sayılı Yasanının 7. ve 16. maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu'ndan murisin akit tarihi olan 26.01.2006 tarihinde fiil ehliyetine sahip olup olmadığı yönünde rapor alınması, tarafların tüm delillerinin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ile yapılacak araştırma neticesinde mirasbırakan H..A..K..’nun akit tarihinde ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ise, diğer hukuki sebepler bakımından değerlendirme yapılması, tenkis isteği üzerinde durulması, toplanan ve toplanacak deliller ile hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Kabule göre de, bilindiği gibi, mahkemelerce verilen kararların 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388. (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297/1.) maddesinde belirtildiği üzere, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuçları göstermesi gerektiği açık olup, mahkemece tarafların delilleri tartışılmadan ve Anayasaya uygun gerekçe yazılmadan davanın reddi doğru olmadığı gibi tereke mümessili atanan davada davanın tereke mümessili eliyle takip edilip sonuçlandırılması gerektiğinin dikkate alınmamış olması da doğru değildir.Davacıların ve birleşen davanın davacılarının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.12.2014 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davacı A.. K.. vekili için 1.100.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, 27.01.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.