MAHKEMESİ : ANKARA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 30/09/2009NUMARASI : 2008/320-2009/284Taraflar arasında görülen davada; Davacı, davalı S. Ü.e 19.11.1999 tarihinde verdiği vekaletnameden 19.07.2001 tarihinde vekili azlettiğini, buna rağmen davalı S.'nin 22336 ada 3 parsel sayılı taşınmazını 31.01.2007 tarihinde diğer davalıya muvazaalı olarak satış suretiyle devrettiğini ileri sürüp, satışın iptali ile tapunun adına tescilini istemiştir. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. Davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece; "eksik inceleme ile karar verilmesinin doğru olmadığı" gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyalarak yapılan yargılama sonucunda mahkemece, davalı Saniye'nin azilnameden haberinin olmadığı, davalı E.'nin iyiniyetli 3.kişi olarak taşınmazı satın aldığının anlaşıldığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .. ....raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir. Hükmüne uyulan bozma ilamında, taraflar arasındaki uyuşmazlığın niteliği ortaya konularak yapılması gerekli olan araştırma ve incelemenin neden ibaret olacağı duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açıklanmış ve mahkemece yapılan araştırma ve değerlendirme sonucu davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu kayden davacıya ait 22336 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 160/642 payın Ankara 8.Noterliğince düzenlenen 19.11.1999 tarihli ve satış yetkisi içeren vekalete dayalı olarak 31.01.2007 tarihli akitle, davalı vekil S. tarafından diğer davalı E.'ye satış yoluyla temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı, satışa taraf olan vekil S.yi azlettiğini, aktin azile rağmen yapıldığını ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır. Gerçekten davacının vekili Saniye'yi satıştan önce azlettiği Ankara 8.Noterliğinin 19.07.2001 tarihli azilnamesiyle sabittir. Hemen belirtilmelidir ki, 22.02.1941 tarih 87 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere aksi taraflarca kararlaştırılmadıkça yahut halin icabından anlaşılmadıkça temsil yetkisi; mümessilin (vekilin) veya temsil edilenin (vekil edenin) ölümü, gaiplik hükmünün ilanı veya vekil ya da vekil edenin yahut her ikisinin iflas ilan etmeleri veyahut da medeni hakların kullanılması yeteneğinin kaybedilmesi gibi hallerde son bulacağı gibi (B.K. 35, 397. Md.) vekaletten istifa ve azil de (B.K. 398.Md) temsil yetkisini sona erdiren nedenlerdendir.Öte yandan, Borçlar Kanununun 37.maddesi hükmünce mümessil (vekil) kendi selahiyetinin son bulduğuna vakıf olmadığı müddetçe, temsil edilen (vekil eden) yahut halefleri bu yetki henüz baki imiş gibi vekilin muamelesi ile alacaklı veya borçlu olurlar. Başka bir ifadeyle vekilin vekaleten yaptığı tasarruf veya tasarruflardan vekil edenin sorumlu olmaması için vekilin vekalet görevinin sona erdiğini bilmesi gerekir. Bunun yanısıra Borçlar Kanununun 37/2.maddesi hükmü uyarınca vekil ile işlem yapan üçüncü kişilerin de bu tasarruftan kaynaklanan elde ettikleri hakların korunabilmesi bakımından vekilin yetkisinin son bulduğunu bilmemeleri gerekir. Bu yasal düzenlemeler ve kurallar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde temlik tarihinden önce vekilin azledildiği sabittir. Her ne kadar azilnamenin vekile tebliğ edilmediği görülmekte ise de davacı ile vekil kıldığı Saniye'nin bir süre birlikte yaşadıkları özellikle taşınmazı temellük eden davalı E.nin S.yle (vekille) yakın arkadaş oldukları, tanık beyanlarına göre azil keyfiyetinden ikisininde haberdar oldukları davacı tarafın gösterdiği tanıkların müşahhas, olaylara dayalı yeminli bildirimleri ile tartışmasızdır. Buna karşın davalı tanıklarının azil yönünden bilgi bakımından hükme esas alınacak nitelikte ihtiçaca salih bir beyanları bulunmamaktadır. Esasen, vekalete dayalı olarak bir taşınmaz alıcısının Tapu Sicil Müdürlüğünden azil defterinde herhangi bir azlin olup olmadığını araştırması gayet normal iken davalı Emine'nin hem buradan hem de noterden soruşturma yapması dikkat çekici olup, Türk Medeni Kanununun 1024.maddesinde belirtilen "keyfiyeti bilen ve bilmesi gerekli olan kişi konumunu kamufle etme amacına yönelik uğraşılar olduğu kabul edilmelidir. Öyleyse, bütün bu olgular gözetildiğinde davalının savunmasında samimi olmadığı açıktır. Hal böyle olunca, davanın kabul edilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.02.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.