Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1289 - Karar Yıl 2016 / Esas No : 13693 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİDAVA TÜRÜ : MURİS MUVAZAASI HUKUKSAL NEDENİNE DAYALI ALACAKTaraflar arasında görülen muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı alacak davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...' ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Asıl dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı bedel, birleştirilen dava belirlenecek bedelin denkleştirici adalet kuralı gereğince uyarlanması isteklerine ilişkindir.Davacılar, asıl davada, 12/10/1973 tarihinde ölen kök muris...'ın, 755 parsel sayılı taşınmazını 16/05/1969 tarihinde satış suretiyle erkek çocukları ... ve ...' ya mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak temlik ettiğini, murisin yaşı itibari ile yüklü miktarda paraya ihtiyacı bulunmadığını, satıştan sonra malvarlığında artış olmadığını, erkek çocukları ... ve...' nın dava konusu taşınmazı satın alacak maddi güçlerinin olmadığını, taşınmazın ...Belediye Başkanlığı tarafından kamulaştırıldığını, kamulaştırma bedelinin ... ve ...dan alındığını, devamında mirasçıları olan davalılara intikal ettiğini ileri sürerek, davalıların murislerine ödenen kamulaştırma bedelinin, ödeme tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte miras payları oranında ödenmesini istemişlerdir.Davacılar birleşen davada, taşınmazın 1984 yılında kamulaştırıldığını, asıl davada davanın kabulüne karar verilmesi ve hükmedilen miktara, ödeme tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi halinde dahi davacıların zararının karşılanamayacağı, davalıların murislerine ödenen bedelin kamulaştırma tarihindeki değerinin, denkleştirici adalet ilkesi uyarınca güncellenmesini istemişlerdir.Davalılar, kamulaştırma bedelini murisleri... ve ...' nın aldığını, kendilerine intikal eden bir para bulunmadığını, taraflarına husumet yöneltilemeyeceğini, kamulaştırma işlemi üzerinden çok zaman geçtiğini, isteğin zamanaşımına uğradığını, kök muris ...' nın 1969 tarihinde yaptığı satış işleminin muvazaalı olmadığını, gerçek iradesini yansıttığını, ... ve ...' nın taşınmazı satın alabilecek maddi güçlerinin bulunduğunu, o tarihlerde başka taşınmazlar da satın aldıklarını, kök muris ...' nın yine o tarihlerde başka taşınmazlar da sattığını, muris öldüğünde üzerine kayıtlı 7 adet tarla bulunduğunu, davacıların annelerinin sırasıyla 1976, 1982 ve 1996 yılında öldüğünü, durumu bilmeleri nedeniyle dava konusu taşınmaza yönelik herhangi bir isteklerinin olmadığını davanın kötüniyetli olarak, taşınmazın değerlenmesi nedeni ile açıldığını belirtip, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, 1969 tarihinde yapılan temlik işleminin muvazaalı olduğu gerekçesiyle, miras payları ve bilirkişi raporu dikkate alınarak davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacıların kök muris ... ın kız çocukları ... ...ve ... in, davalıların ise erkek çocukları ...ve...' nın çocukları oldukları muris ...' nın 755 parsel sayılı taşınmazını, 1969 yılında davalıların babaları ... ve...' ya 1/2 oranlarla 15.000 TL bedelle satış suretiyle temlik ettiği, muris ...' nın 1973, ...' nın 1989,... tarihinde öldükleri, dava konusu 755 parsel sayılı taşınmazın, ifraz edilerek 840, 841 ve 842 parsel sayılı taşınmazların oluştuğu, ifraz edilen taşınmazların kamulaştırıldığı, 840 parsel sayılı taşınmazın 1985 yılında ... Büyükşehir Belediyesine 119.618.200 TL bedelle, 841 ve 842 parsel sayılı taşınmazların, 1984 yılında 62.372 TL bedelle ... a satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. (Borçlar Kanunun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Esasen, yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 1.4.1974 gün 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının mirasbırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırmak olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Öte yandan Türk Medeni Kanunu'nun 6, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 190. maddesi uyarınca herkes iddiasını kanıtlamak zorundadır.Somut olaya gelince; davacıların iddialarını kanıtlamak bakımından 3 tanık ismi bildirdikleri, bunlardan ikisinin dinlendiği, dinlenilen tanıklardan ...' un olayı aydınlatır beyanda bulunmadığı, diğer tanık 1941 doğumlu ...' in ise, muris ...' nın, erkek çocukları olan ... ve ...' nın taşınmazı vermesi için kendisine baskı yaptıklarını söylediğini, murisin kızlarının bu duruma karşı çıkmasına rağmen 100 dönüm tarlayı erkek çocuklarına para almaksızın verdiğini, murisin taşınmaz satmaya ihtiyacının bulunmadığını, taşınmazın satıldığı gün eltisi Münevver' in çok üzüldüğünü ve annem hakkımızı yiyor dediği şeklinde ifade vermiştir.Davalı tanıkları ise ayrıntılı beyanları ile davalıların murisi ... ve ...' in mali durumlarının iyi olduğunu, dava konusu taşınmazı satın alacak güçlerinin bulunduğunu, temlikin gerçek satış olabileceğini bildirmişlerdir.Bu durumda temlikin muvazaalı olduğu davacılar tarafından usulünce kanıtlanmış değildir. Hâl böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.