Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 12872 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 10743 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ: ADALAR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 22/09/1999NUMARASI: 1999/50-1999/114Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekillerince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 13.11.2012 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar E... İ...vd. vekili Avukat E... P..., davalılar G... V.... Vd. vekili Avukat V... Y... ile temyiz edilen vekili Avukat G... Ş... Geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, çekişmeli taşınmazın kaçak ve yitik kişilerden kaldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkin olup, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden çekişme konusu 63 ada 7 parsel sayılı taşınmazın öncesinde 1923'de ölen L...Y... Z...'ye aitken kadastro sırasında mirasçıları olduğu anlaşılan E..., L.., Ko..., S..., Y.. ve E... Adlarına 1932’de tespit edilerek ??ap kaydı oluştuktan sonra 26.10.940 tarihinde Türk vatandaşı olan M...'e satıldığı, ondanda yine 19.11.940 tarihli satışla aynı şekilde Türk vatandaşı P... K... S...’a devredildiği ve P...'ın da ölümü ile 1/3 er pay olmak üzere mirasçıları O..., G...ve P...ya intikal ettiği ve P...'nun da ölümü neticesinde sahip olduğu payın davada yer alan mirasçıları E..., M...ve R...'ya miras yoluyla geçtiği anlaşılmaktadır.Adına kadastro tespiti ile sicil kaydı oluşturulan yukarda adı geçen E..., L..., K..., S..., Y...ve E...’nin İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 6.2.1994 tarih, 1990/76 E. 1994/574 K. Ve yine aynı mahkemenin 14.5.1997 tarih, 1995/160 E. 1997/299 K. Sayılı, derecattan geçerek kesinleşen kararları ile kaçak ve yitik kişi oldukları saptanmıştır. O halde anılan mahkemece belirlenen bu olgu Anayasanın 138/4. maddesi gereğince eldeki dava yönünden de bağlayıcı niteliktedir.Diğer taraftan Türkiye ile Yunanistan arasında Muhtelit Mübadele Komisyonunun kaldırılmasına dair düzenlenen mukavelename 28.12.933 tarih ve 2374 sayılı kanunla onaylanmış olup, bu komisyonun önceden almış olduğu kararları 17 Haziran 1930 gün ve 1725 sayılı Kanunla onaylanan Ankara Mukavelenamesinin 25. maddesine ilişkin olup komisyon kararına muhatap kişiler kaçak ve yitik olan kişiler değildir. Tabi olması gerekenler Lozan anlaşması ve diğer anlaşmalar gereğince mubadeleye tabi olan Rum Ortadoks dininden (Türk) vatandaşlarıdır.Oysa, firari ve yitik kişiler (1339 tarihli 333 sayılı Yasa ile değiştirilen 1331 tarihli Kanun gibi) emvali metruke kanunlarına tabi bulunmaktadırlar. Bu itibarla somut olayda Muhtelit Mübadele Komisyonu kararının varlığı aranamaz.Öte yandan, kaçak ve yitik kişilerden kalan taşınmazların kanunları gereğince Devlete kalacağı öngörülmüş iken çekişmeli taşınmazın belirtilen sebeple Hazine adına tespit ve tescil edilmesi yerine mütegayyip kişi (kaçak ve yitik) oldukları anlaşılan L...Y... Z...'nin mirasçıları olan yukarıda adı geçen şahısları adına kadastro tespitinin yapılması yasal olmadığı gibi bu sebeple oluşan sicil kayıtlarınında Türk Medeni Kanununun 1025. maddesi gereğince yolsuz tescil niteliği taşıyacağı tartışmasızdır.Ne var ki, sicil kayıtları bu yolla oluşan taşınmazları tapu kütüğünün güvenilirliği (aleniliği) ilkesinden hareketle durumu bilen ve bilmesi gereken konumunda (TMK 1024. md.)bulunmayan kişilerce edinilmesi halinde aynı yasanın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanmaları gerekeceği, edinmelerinin korunacağı sabittir. Ayrıca şu da ifade edilmelidir ki her ne kadar kamu mallarının edinilmesinde iyi niyet hukuki sonuç doğurmaz ise de, çekişmeye konu taşınmazın 3402 sayılı Yasanın 16/A, B, C, maddesinde sayılan kamu mallarından olmadığıda açıktır.Ancak, mahkemece yolsuz tescile dayalı oluşan sicil kaydından edinen sonraki ellerin iktisabının iyiniyete dayanıp dayanmadığı yönünde bir araştırma yapılmış değildir.Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyiniyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca, yolsuz tescille oluşan sicilden sonradan iktisap edenlerin iyi niyetli olup olmadıklarının, yolsuz tescili bilen veya bilmesi gereken konumda bulunup bulunmadıklarının yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde araştırılarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik tahkikatla yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.12.2011 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 900.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 13.11.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.