MAHKEMESİ : ÇEŞME ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 19/04/2012NUMARASI : 1995/219-2012/121Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, davacı vekili ve davalı Hazine vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın tapu iptal ve tescil isteği yönünden kabulüne karar verilmiştir. Davacı vekili, dava konusu 479 parsel sayılı taşınmazın kesinleşen cebri ihale sonucu davacı adına tescilinden sonra, D.. S.. isimli kişinin sahte vekalet ile taşınmazı davalı Osman''a, yine Osman adına da sahte vekaletname ile davalı Hasan'a satış yoluyla temlik edildiğini; Hasan'ın da diğer davalı Şevki'ye satış suretiyle devrettiğini, sahte vekaletname ile yapılan taşınmaz satımının hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağını, bu nedenle tüm tescil işlemlerinin batıl ve geçersiz olduğunu ileri sürerek, davalı Şevki adına tapu kaydının iptali ile davacı adına tapuya tesciline, olmazsa taşınmazın değeri olan 4.000,00 TL tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş; bilahare davacı vekili 13.10.1997 tarihli dilekçesiyle, davalılar Berrin, Hüseyin ve Cihanbir yönünden açtıkları davayı atiye bıraktığını beyan etmiş, davalılarda atiye bırakma talebini kabul etmişlerdir.Davalı Ş.. B.., tapu sicilindeki kayda iyi niyetle güvenerek taşınmazı iktisap ettiğini bu nedenle hakkının korunması gerektiğini, satış bedelini satıcı Hasan'a ödediğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.Davalılar Hüseyin ve Berrin, resmi görevlerini ifası sırasında üzerlerine düşen görevleri büyük bir özenle yerine getirdiklerini, kendilerine atfedilecek herhangi bir kusur bulunmadığını belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.Davalı Cihanbir ve davalı hazine vekili, davanın reddine karar verilmesine talep etmişlerdir.Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre, dava konusu 479 parsel sayılı taşınmazın, davalı D.. S..'ın İstanbul 24. noterliğinin 16.07.1992 tarih 19170 yevmiye nolu sahte vekaletnamesi ile 05.08.1992 tarihinde davalı O.. E..'e, Beyoğlu 7. Noterliğinin 01.03.1993 tarih 10942 yevmiyeli başka bir sahte vekaletnameyle vekil Ali Başer tarafından 03.05.1993 tarihinde davalı Hasan'a; Hasan'ın tarafından da 27.09.1993 tarihinde davalı Şevki 'ye satış suretiyle temlik edildiği, davacının, anılan temliklerin sahte olarak tanzim edilen vekaletname kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiğini, satıştan haberi olmadığını ileri sürerek eldeki davayı açtığı; çekişmeli taşınmazın davalılar Osman ve Hasan'a yapılan satış işlemlerinin sahte nüfus cüzdanı kullanılarak oluşturulan sahte vekaletname ile gerçekleştirildiği, sahtecilik hususunun dosya kapsamı ve derecattan geçerek kesinleşen Çeşme Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.03.2007 tarih, 1994/106 esas, 2007/62 karar sayılı ilamı ile sabit olduğu görülmektedir. Bu durumda, çekişmeli taşınmazın davalılar Osman ve Hasan adına tescilinin illetten yoksun ve yolsuz olduğu kabul edilmelidir.Ancak, taşınmaz Hasan tarafından davalı Şevki' ye satış suretiyle temlik edildiğine göre, davalı Şevki ikinci el durumunda olup, TMK'nun 2. maddesi anlamında iyiniyetli olduğunun anlaşılması halinde TMK'nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacağı, ediniminin korunacağı kuşkusuzdur. Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Diğer yandan; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 08.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtidihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Ne var ki; mahkemece son kayıt maliki davalı Ş.. B..'un ediniminde iyiniyetli olup olmadığı hususunun hükme elverişli şekilde araştırılıp incelendiğini söyleyebilme olanağı yoktur.Öte yandan, davalı Osman'ın yargılamanın devamı sırasında öldüğü nüfus kaydıyla sabit olup, mirasçıları davaya dahil edilmeksizin hüküm kurulmuş olması doğru olmadığı gibi, davalı hazine hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmemiş olmasıda isabetsizdir.Hal böyle olunca, davalı Osman'ın mirasçılarının davada yer almasının sağlanması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca son kayıt maliki davalı Şevki'nin iyiniyetli olup olmadığının bir başka ifadeyle TMK'nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yaralanıp yararlanamayacağının değerlendirilmesi, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi ,davalı hazine hakkında da olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, bu hususlar gözetilmeksizin eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere gerekçesiz olarak karar verilmesi doğru değildir. Davalı Hazine vekilinin ve davalı Şevki vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.07.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.