Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 12699 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 8492 - Esas Yıl 2009





MAHKEMESİ: KÜÇÜKÇEKMECE 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 09/04/2009NUMARASI: 2006/133-2009/216Taraflar arasında görülen davada; Davacı, kayden maliki bulunduğu 245 ada 14 parsel sayılı taşınmazın sahte nüfus cüzdanı ile tanzim edilen vekaletname kullanılarak C.B..’e, ondan da davalıya satış suretiyle temlik edildiğini ileri sürüp sahtecilik nedeniyle tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı, dava konusu taşınmazı bedelini ödeyerek ve tapu kaydına güvenerek satın aldığını, iyi niyetli olduğunu belirtip davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, çekişme konusu taşınmazın sahte olarak tanzim edilen vekaletname ile C.B..’e, ondan da davalıya satış suretiyle temlik edildiği, davalının yolsuz işlemlerden haberdar olduğunun ispat edilemediği, sahtecilik ve dolandırıcılık suçundan yargılanan davalının beraatine karar verildiği, davalının taşınmazı iyi niyetle iktisap ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 08.12.2009 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat T. T.. ile temyiz edilen vekili Avukat T. Ö.. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacı M.Y..’ın nüfus bilgilerini içeren sahte nüfus cüzdanı kullanılarak 16.02.2006 tarihinde Y.T..adına tanzim edilen vekaletname ile çekişme konusu 14 parsel sayılı taşınmaz 17.02.2006 tarihli akitle C. B..’e, ondan da 20.02.2006 tarihli akitle davalı N.D..’ye satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı, anılan temliklerin sahtecilikle gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Hemen belirtilmelidir ki, tapu sicillerinin tutulmasının prensiplerinden biri, ‘sicilin aleniyeti(güvenilirliği)’, bir diğeri, ‘tescil’, bir başkası, ‘hazinenin kusursuz sorumluluğu’, sonuncusu ise, ‘geçerli bir hukuki sebebin bulunması’, bir başka deyişle illetten mücerret olmamasıdır.Gerçekten de, ilk el durumunda bulunan C..’e yapılan temlikte kullanılan vekaletnamenin sahte belgelerle gerçekleştirildiği dosya kapsamı ile sabit olmuştur. Buna göre, C.. adına oluşan sicil kaydının 4721 sayılı Türk Medeni Yasasının 1025. maddesinde öngörüldüğü üzere yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu açıktır. Ne var ki, dava konusu yeri C..’ten edinen davalı N.. ikinci el durumunda olup, Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koşullarının gerçekleşmesi halinde iktisabının korunacağı kuşkusuzdur.Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.Somut olaya gelince; davalı N..taşınmazı iyi niyetle edindiğini savunmuşsa da, hakkında sahtecilikten dolayı açılan dava neticesinde Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 11.06.2008 tarih, 2007/301 esas, 2008/171 sayılı kararı ile davalı Nadime’nin eldeki davaya konu taşınmazın sahtecilik suretiyle satışına iştirak ettiğine dair mahkumiyete yeterli bir delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatine karar verildiği görülmektedir. Bilindiği üzere; Borçlar Yasasının 53. maddesi hükmü uyarınca, ceza mahkemesinden verilen beraat kararlarının hukuk hakimini bağlamayacağı tartışmasızdır. Kaldı ki, ceza mahkemesi dosyasında dava konusu taşınmazın satışına dair işlemlerden davalı N..’nin eşi olan D. Ç..’ın sorumlu olması gerektiği belirtilmiş, anılan kişi hakkında da ceza davası açılmış olup o davanın da derdest bulunduğu anlaşılmaktadır. Yine dosya kapsamından ve özellikle beyanlardan sahte vekaletnamenin tanzimine yönelik işlemleri davalı N..eşi olan D..Ç..’ın organize ettiğinin söylendiği de görülmektedir. .Esasen, davalı N..’nin ev hanımı olduğu halde ticari faaliyetlerde kullanılmak üzere vergi numaraları aldığı, buna karşın hiçbir ticari faaliyetinin bulunmadığı, evli olmasına rağmen bazen kızlık soyadı olan ‘D..’ soyadını, bazen de ‘Ç..’ soyadını kullanarak resmi işlemler yaptığı sabit olup bütün bu hususların davalı N..’nin eşinin isteği üzerine ve onun işlerine yardımcı olmak amacına ilişkin bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Diğer taraftan; çekişmeli taşınmazın dava dışı C..adına kayıtlı iken davalı N..’nin yeğeni olduğu söylenen E. T.. ile taşınmazın alımı hususunda 18.02.2006 tarihli ‘ortaklık protokolü’ adı altında belge düzenledikleri ve bu belgede davalının eşi D. Ç..’ın da yüklenici olarak imzasının bulunduğu, öte yandan, taşınmazın kısa aralıklarla el değiştirdiği ve gerçek değeri ile akitte gösterilen bedel arasında aşırı fiyat farkı bulunduğu, iddia edildiği gibi gerçek bedel üzerinden bir ödeme yapıldığının da belgelendirilmediği açıktır.Bütün bu olgular ve özellikle hadisenin ilk başlangıcından beri içinde olan ve bu olguları gerçekleştirenler arasında yer alan D. Ç..’ın davalı N..’nin eşi olduğu gözetildiğinde, hadisenin işleyiş tarzının davalı N..tarafından bilinmediği veya bu olaylardan bihaber olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Başka bir ifadeyle, davalı N.., somut olguları bilen ve bilmesi gereken kişi konumundadır.Türk Medeni kanununun 1024. maddesinde, “ bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” hükmü öngörülmüştür. Anılan yasal düzenleme ve yukarıda değinilen ilkeler karşısında davalı N..’nin bu düzenlemeler dışında mütalaa edilmesinin kabulüne olanak yoktur. Hal böyle olunca; davalının çekişme konusu taşınmazı ediniminin iyi niyetli olduğu söylenemez. O halde, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 625.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 08.12.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.