MAHKEMESİ : KARATAŞ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 15/03/2011NUMARASI : 2007/111-2011/80 Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR- Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa bedelin tahsili isteğine ilişkin olup; mahkemece, ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, 26 parsel sayılı taşınmazın 5442/40815 pay sahibi F. A..'ın davacıların mirasbırakanı mı, yoksa davalıların mirasbırakanı mı olduğu noktasında toplanmaktadır. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 26 parsel sayılı tarla vasıflı taşınmazın Aralık 1958 tarih, 29 sıra no'lu tapu kaydı esas alınmak suretiyle 1969 yılında kadastroca tespit edildiği, tespite itiraz edilmesi üzerine Kadastro Mahkemesinde görülen tespite itiraz davası sonucunda 1983 yılında hükmen kayıt malikleri İ. Ö.., H.A.. E.A.., M. K.., A. A.. ve F.A.. adlarına tescil edildiği, adına pay tescili yapılan ve tapuda baba adı bulunmayan Fatma'nın baba adının davalılar tarafından ilmühaber ile 2005 yılında ''Memili'' olarak eklettirilerek adlarına intikalden sonra davalı Ahmet'e satış yoluyla temlik edildiği, tespitin dayanağı 1958/29 sayılı tapu kaydının Karataş Sulh Hukuk Mahkemesinin 1956/15 Esas, 1956/41 Karar sayılı ortaklığın aynen taksimine ilişkin ilam uyarınca oluştuğu, bu davada Hüsnü kızı Fadime'nin taraf olduğu, Memili kızı Fatma'nın ise taraf olmadığı, Fadime'nin kızlık soyadının A... olup evlenmekle Duru olduğu anlaşılmaktadır. Tüm bu bilgiler bir arada değerlendirildiğinde, 26 parseldeki pay maliki Fatma'nın davacıların mirasbırakanı olan Hüsnü kızı Fadime olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu durumda da, F. A.. adına kayıtlı payın Memili kızı Fatma mirasçıları adına intikal ettirilmesinin yolsuz olduğu kuşkusuzdur. Ne var ki, bu kişiler tarafından anılan pay davalı Ahmet'e satılmış olup, Ahmet'in iyiniyetli olması durumunda ediniminin korunacağı açıktır. Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçünçü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca, davalı Ahmet'in iyiniyetli olup olmadığının yukarıdaki ilkeler uyarınca açıklığa kavuşturulması, iyiniyetli değilse iptal-tescil isteğinin kabul edilmesi, iyiniyetli ise belirlenen bedelin Ahmet dışındaki davalılardan tahsiline karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.6.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.