Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 11989 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 5784 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : TÜRKOĞLU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 14/06/2011NUMARASI : 2009/234-2011/183Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, ketmi verese hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, çekişmeli 14 parsel sayılı taşınmazda muris G..'e ait payın davalılar S. ve F. adına tapuda mirasen intikalinden sonra davalıların paylarını diğer davalılar O. ile A.'ye eşit hisselerle sattıkları, O. ile A.'nin tapu kütüğüne güven ilkesi gereğince kendilerinden beklenen özeni göstererek tapuda malik gözüken kişilerden bedelini ödeyerek çekişmeli taşınmazı satın alıp, uzun yıllar tasarruf ettikleri ve kötüniyetlerinin söz konusu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Toplanan deliller ve dosya içeriğinden çekişmeli taşınmazda 2/4 payın 25.11.1961 tarihinde ölen muris Gülsüm adına 3/48'er payların da davalılar S. ve F. adlarına 27.12.1966 tarihinde hükmen tescil edildiği, 22.07.1967 tarihinde muris G.' e ait 2/48 payın davalılar S.ve F.'e eşit paylarla intikal ettirilerek 4/48'er payın tapuda adlarına tescil edildiği, 03.05.2011 tarihinde davalılar S. ve F.'in adlarına kayıtlı olan tüm payları eşit hisselerle diğer davalılar O. ile A.'ye sattıkları, öte yandan miras bırakan G.'ün mirasçısı olarak sadece davalılar S. ile F.'in gösterildiği Türkoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinin 1961/109 esas 1962/5 karar sayılı veraset ilamı aynı mahkemenin 26.11.1968 tarih ve 1968/57 esas-158 karar sayılı ilamı ile iptal edilerek davacıları da kapsar şekilde yeni mirasçılık belgesi verildiği anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olayda ise bu yönde bir inceleme yapılmış değildir.Ayrıca, dava dilekçesi ile davalılar S.,F. ve O. aleyhine dava açılmış, daha sonra A. Davaya dahil edilmiştir. Oysa ki; 1086 sayılı HUMK hükümlerine göre bir kimseye dahili dava yoluyla taraf sıfatı verilmesine yasal olanak yoktur.Hal böyle olunca, öncelikle A.'nin davada taraf sıfatı kazandırılması hususunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 124. maddesi uyarınca değerlendirilmesi, davacının davasını açarken tanık deliline dayandığı gözetilerek taraflardan iyiniyet -kötüniyet hususunda tanıkları olup olmadığının sorulması,bildirilmesi halinde ise yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca tanıkların dinlenilmesi ve davalı tarafın ediniminde iyiniyetli olup olmadığının duraksamaya yer bırakmaksızın tespiti ile sonucu uyarınca bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetli değildir..Davacıların temyiz itirazları açıklanan nedenlerden ötürü doğrudur. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 30.10.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.