MAHKEMESİ : GEMLİK 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 23/05/2013NUMARASI : 2010/614-2013/505 Yanlar arasında görülen tapu iptali tescil ve tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili ve dava dışı S.. S.. tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR- Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa tenkis isteklerine ilişkindir. Davacı, miras bırakan R.. D..'un kayden maliki olduğu 15 ada 103 parseldeki A/1-bodrum kat 11 nolu bağımsız bölümün hasta yatağında iken kızı olan Semra tarafından vekil sıfatıyla mirasçılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak davalıya satış yoluyla temlik edildiğini ileri sürerek, miras payı oranında tapu iptal ve tescil, olmazsa tenkis isteklerinde bulunmuştur. Mahkemece, miras bırakanın mal satmaya ihtiyacının olmadığı, davalının ev hanımı olduğundan alım gücünün bulunmadığı, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan tüm delillerden; miras bırakanın 01.07.1925 doğumlu olup 06.07.2010 tarihinde dul olarak öldüğü, geride davacı oğlu ile dava dışı kızı Semra'nın kaldıkları, çekişmeli taşınmazın satışı yönünde Semra'ya 16.10.2010 tarihinde vekaletname verdiği, Semra'nında anılan vekaleti kullanarak davalı Hatice'ye 30.10.2010 tarihinde satış yoluyla devrettiği anlaşılmaktadır. Gerekçeli kararda ilişkili sıfatıyla ismi bulunan S.. S.. davacı tarafından açılan davada taraf olarak gösterilmediği gibi davaya dahilde edilmediğinden taraf sıfatı bulunmamaktadır. Temyiz hak ve yetkisi davanın taraflarına ait olup taraf sıfatı olmayan kişiler gerekçeli kararı temyiz edemeyeceklerinden Semra'nın temyiz dilekçesinin REDDİNE, Davalı Hatice'nin temyiz itirazlarına gelince; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olayda mahkemece özel depo niteliğiyle tapuda kayıtlı olan çekişmeli taşınmazın temlikten sonra ne şekilde ve kim tarafından kullanıldığı, vekil Semra ile davalı Hatice arasında el ve işbirliği ilişkisinin bulunup bulunmadığı, akit tarihinden önce birbirlerini tanıyıp tanımadıkları,davalının iyiniyetli olup olmadığı yönlerinde araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Bu durumda yukarıda değinilen hususlar gözetilerek yapılacak inceleme ve araştırma sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir. Davalının temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 17.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.