MAHKEMESİ : İSTANBUL 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 08/10/2013NUMARASI : 2011/450-2013/469Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar asıl davanın davalısı Emine vekili ile birleşen davanın davalısı Cavit vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 15.10.2015 Perşembe günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat C......T...... temyiz eden davalı karşı davacı E........ A vekili Avukat.................... geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davacı karşı davalı Y.. A.. vekili Avukat, davalı V.. E.. gelmediler yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .................. tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Asıl dava, rücu koşullu bağış hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, birleşen dava ise, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı Kemal, kayden maliki olduğu dava konusu 9136 ada 8 parsel sayılı taşınmazını ikinci eşi olan davalı Emine'ye kendisine ölünceye kadar bakacağı inancıyla rücu koşullu bağışladığını, ancak davalının bakım görevini yerine getirmediğini ileri sürerek tapu iptali ve tescile karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında ölümü ile mirasçısı Yavuz davaya devam etmiş, adı geçen asıl davanın konusunun kalmadığını bildirmiş, birleşen davanın reddini savunmuştur. Davalı Emine, dava dilekçesi ve gerekçeli kararın kendisine usûlüne uygun tebliğ edilmediğini, dava konusu taşınmazı kendisine rücu koşullu hibe deen Kemal'e bakmadığı iddiasının resmi senetteki rücu şartı karşısında tanıkla ispat edilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuş, birleşen davasında, usulsüz kesinleşen mahkeme kararına istinaden adlarına tescil yapılan davalıların kazanımlarının yolsuz olduğunu, iyiniyetli olmadıklarını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tescile karar verilmesini istemiştir.Davalı Cavit, iyiniyetli olduğunu, muvazaa iddiasına karşı zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek birleşen davanın reddini savunmuştur. Davalı Veysel, davaya cevap vermemiştir.Asıl davanın kabulüne ilişkin verilen karar Dairece; “... dava dilekçesinin davalıya tebliği 7201 Sayılı Tebligat Yasasının 21. maddesi hükmü uyarınca yapıldığı, keza yargılama aşamasında yemin davetiyesi de davacının 3 yaşındaki torunu Oğuz'a yapıldığı ve Tebligat parçasına oğlu olarak yazıldığı, öte yandan gerekçeli karar tebligatınında davacının gelinine yapıldığı dosya kapsamı ile sabittir. Evvel emirde davalıya 7201 Sayılı Tebligat Yasasının 21. maddesi hükmü uyarınca yapılan tebligatın komşu adı ve imzası bulunmadığından yasaya uygun düştüğü söylenemez.Diğer taraftan yukarıda değinildiği üzere sair tebligatlarında usul hükümlerinin anladığı manada geçerli olduklarını kabul etmek olanaksızdır. dava dilekçesinin tebligatının yapılması, davalının sunacağı delillerin toplanması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken HUMK'nun 73. maddesi hükmü uyarınca usulü dairesinde taraf teşkili sağlanmaksızın işin esası bakımından karar verilmesi doğru değildir ...” gerekçesi ile bozulmuş, mahkemece bozma kararına uyularak ve yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası ile asıl dava birleştirilerek yapılan yargılama sonunda dava konusu taşınmazın el değiştirdiği gerekçesiyle asıl davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına, birleşen dava yönünden ise davalı Cavit'in iyiniyetli olduğu savunmasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacı Kemal'in kayden maliki olduğu dava konusu 9136 ada 8 parsel sayılı taşınmazın ½ payını 20.07.2001 tarihinde ve kalan ½ payı ise 21.03.2002 tarihinde eşi olan davalı Emine'ye kendisinden önce ölümü halinde mülkiyetin kendisine geri dönmesi şartı ile bağış suretiyle temlik ettiği, eldeki davada dava konusu taşınmazı davalıya kendisine ölünceye kadar bakacağı inancıyla rücu koşullu olarak bağışladığını, ancak davalının bakım görevini yerine getirmediğini ileri sürerek iptal ve tescile karar verilmesini istediği, yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilip kararın temyiz edilmeden 27.02.2006 tarihinde kesinleştiği ve 21.08.2007 tarihinde tapunun davacı Kemal'e döndüğü, adı geçenin taşınmazı 18.06.2008 tarihinde birleşen davanın davalısı Veysel'e, Veysel'in de 11.11.2008 tarihinde birleşen davanın diğer davalısı Yavuz'a ve onun da 04.12.2008 tarihinde yine birleşen davanın davalısı Cavit'e temlik ettikleri, davalı Emine'nin iptal ve tescil hükmünü, tebligatların kendisine usûlüne uygun yapılmadığı gerekçesiyle temyiz ettiği ve Daire tarafından yapılan temyiz incelemesinde davalı adına yapılan tebligatların geçersiz olduğu belirtilerek ve taraf teşkili sağlanmaksızın işin esası hakkında karar verilmesinin doğru olmadığı benimsenerek kararın bozulduğu, yargılama aşamasında davacı Kemal'in öldüğü ve geriye davalı eşi Emine ile dava dışı oğlu Kemal'in kaldığı, yargılamaya Kemal'in devam ettiği, Emine'nin, Veysel, Yavuz ve Cavit aleyhine yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı iptal ve tescil istemine dayalı birleşen davayı açtığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, bağışlayan sadece bağışlanan ile yakın ilişki içerisinde bulunup onun mirasçılarına bağışladığı malın geçmesini istemiyorsa 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 292/1. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) 242/1.) maddesinde düzenlenen dönme (rücu) koşulu ile bağışlamada bulunabilir. Bu bağış türü söz konusu maddede aynen "Bağışlayan, bağışlananın kendisinden önce ölmesi durumunda, bağışlama konusunun kendisine dönmesi koşulunu koyabilir." şeklinde hükme bağlanmıştır. Dönme (rücu) koşulu ile bağışlama bağışlananın önce ölümü halinde şeyin bağışlanana dönmesi kaydını içeren hayattakiler arasında bir bağışlamadır. Burada bozucu (infisahî) bir koşul söz konusudur. Bu itibarla koşulun gerçekleşmesi halinde bağışa konu şeyin iadeten temlikine veya teslimine gerek kalmaksızın mülkiyeti kendiliğinden bağışlayana geri döner. Bozucu (infisahî) koşulla askıda (muallakta) bulunan tasarrufî işlem koşulun gerçekleşmesi ile hükümsüz hale geleceğinden bağışlanan üzerindeki tapu kaydı da illetten ve sebepten yoksun yolsuz bir tescil niteliğini alır. Bunun doğal sonucu olarak hükümsüz hâle gelen işlem ve tescil zamanın geçmesi ile yeniden geçerlilik kazanamayacağından bağışlayan veya mirasçıları her zaman iptal ve tescil davası açabilirler. Bağışlama konusu, taşınmaza veya taşınmaz üzerindeki bir ayni hakka ilişkin ise, bağışlayana dönme koşulu tapu siciline şerh verilebilir. . Hemen belirtilmelidir ki, asıl davada bağıştan rücu koşulunun gerçekleşmediğinin saptanması hâlinde tapunun önceki kayıt maliki Kemal'e dönmüş olmasının yolsuz tescil hükmünde olacağı kuşkusuzdur. Ayrıca, birleşen davanın görülebilirlik koşulu asıl davanın haklı olup olmadığının saptanmasına bağlıdır. Öncelikle bağıştan rücu koşuluyla açılan davada bağıştan rücu koşulunun oluşup oluşmadığının belirlenmesi, koşulun oluşmadığının anlaşılması hâlinde sonraki temliklerin iyiniyetli olup olmadığının araştırılması ve temellük edenlerin iyiniyetli olmadıklarının da birleşen davanın davacısı Emine tarafından kanıtlanması gerekeceği tartışmasızdır.Bilindiği üzere, Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarihli l990/4 Esas l99l/3 Karar sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olaya gelince; son kayıt maliki Cavit'in taşınmazı edinmesinin iyiniyetli olup olmadığı konusunda yapılan araştırmanın ve incelemenin yeterli olduğunu söyleme olanağı yoktur.Şöyle ki, Mahkemece, son kayıt maliki Cavit ile önceki kayıt malikleri arasında taşınmaz temlikinin nasıl ve ne şekilde yapıldığı, taşınmazın, Cavit'e teslim edilip edilmediği, taşınmazın Cavit'in tasarrufuna geçip geçmediği, Cavit'e temlik tarihi itibarı ile gerçek değeri ile resmi akitteki değerinin uyumlu olup olmadığı konuları araştırılmamıştır.Hâl böyle olunca, yukraıda değinilen olgular ve ilkeler gereğince inceleme ve araştırma yapılması, tanıklardan somut bilgilerinin sorulması yerinde keşif ve bilişkişi incelemesi yapılması gerekirken eksik ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğu değildir. Davacı Emine ve birleşen davanın davalısı Cavit'in temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.12.2014 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davalılar vekilleri için 1.100.00.'er-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, 15.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.