Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 11875 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 9673 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : KESKİN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 17/02/2014NUMARASI : 2010/210-2014/31Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vasisi tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, tetkik hakimi .....’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp, düşünüldü; -KARAR-Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı, ehliyetsiz olduğu dönemde amcasının oğlu olan B. Ş. l'e verdiği vekâletname kullanılarak maliki olduğu 179, 236, 898 ve 1010 parsel sayılı taşınmazlardaki payının vekilin kardeşi davalıya satış suretiyle temlik edildiğini, saf, okuma yazma bilmeyen, maddi imkansızlık içinde olan birisi olmasından faydalanıldığını, satışın gerçek olmadığını, satış bedeli ödenmediğini, ivazlar arasında açık nispetsizlik olduğunu ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı, dava konusu taşınmazlarda paydaş olup, davacının isteğiyle taşınmazlardaki davacının payını bedelini ödeyerek satın aldığını, iddiaların asılsız olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, çekişme konusu taşınmazların satışına konu vekaletname tarihinde davacının hukuki ehliyete haiz olduğunun Adli Tıp Kurumu raporu ile belirlendiği, gabin iddiasının ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu 179 sayılı parselin 1/3, 236 sayılı parselin 1/9, 898 sayılı parselin 1/12 ve 1010 sayılı parselin 4/6 payının davacı E.. Ş..'ün vekili B. Ş. tarafından 26.11.2010 tarihli akitle vekilin kardeşi olan davalıya satış suretiyle temlik edildiği, akit sırasında kullanılan vekâletnamenin merciinden istenilerek dosya içine alınmadığı, öte yandan, davacının Keskin Sulh Hukuk Mahkemesinin 08.02.2011 tarih, 2011/5 esas, 2011/28 karar sayılı ilamı ile “ hafif derecede mental reterdasyon” nedeniyle hacir altına alınarak annesi D.. Ş..'ün kendisine veli olarak atandığı, velinin 06.06.2011 tarihinde husumete izin aldığı anlaşılmaktadır.Öte yandan, İstanbul Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 27.01.2014 tarihli raporu ile davacı E.. Ş..'ün dava konusu taşınmazların satışına esas alınan 23.11.2010 tarihli vekaletnamenin tanzimi tarihinde hukuki ehliyete haiz olduğunun tespit edildiği görülmektedir. Dosya kapsamı ile, satış sırasında kullanılan vekâletnamenin tanzim edildiği tarihte davacının hukuki ehliyete haiz olduğunun Adli Tıp Kurumu raporu ile saptanarak ehliyetsizlik iddiası bakımından davanın reddine karar verilmiş olması doğrudur. Davacının bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine. Davacının öteki temyiz itirazlarına gelince; “ hemen belirtmek gerekir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 tarih, 1990/1-152 esas-1990/236 karar sayılı kararında da aynı husus benimsenmiştir.Maddi vakıaları bildirmek taraflara, hukuki nitelemeyi yapıp en uygun kanun maddesini bulup uygulamak hakime aittir.Eldeki davada, iddianın ileri sürülüş biçiminden ve özelikle yukarıda açıklanan dava dilekçesinin içeriğinden, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine de dayanıldığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Ne varki, somut olayda, vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası bakımından mahkemece, bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hâl böyle olunca; öncelikle çekişme konusu taşınmazların temlikinde kullanılan vekâletname temin edilerek, dosya içine alınması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, vekâlet görevinin kötüye kullanılması iddiasına yönelik delillerin toplanması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davacının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.