Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 11844 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 9979 - Esas Yıl 2015





MAHKEMESİ : ADANA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 04/07/2013NUMARASI : 2010/283-2013/441Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın, tapu iptali ve tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ............'nın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil yada tazminat isteğine ilişkindir. Davacılar, paydaşı olduğu 85, 333, 394, 576 ve 577 parsel sayılı taşınmazların satışı için davalı Abdullah'ı vekil tayin ettiğini, vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak 576 ve 577 nolu parselleri davalı Murat'a, 85, 333 ve 394 nolu parselleri davalı Yusuf'a satış suretiyle devrettiğini, sonrasında diğer davalılara tapuda danışıklı devirler yapıldığını, tahliye için gönderilen ihtarname ile olaydan haberdar olduklarını, satışlar sonucu kendilerine bir bedel ödenmediğini, davalıların iyiniyetli olmadıklarını ileri sürerek tapu iptal ve tescil yada tespit edilecek tazminatın davalı Abdullah'tan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.Davalılar, iddiaların yerinde olmadığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, vekâletnamenin hata ve hile ile alındığı iddiasının davacılar tarafından, satış bedelinin de davacılara ödendiği vekil tarafından kanıtlanamadığı gerekçesi ile tapu iptal ve tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; noterde düzenlenen 23.11.2006 tarihli vekâletname ile davacı Ali, 4.12.2006 tarihinde düzenlenen vekâletname ile de davacı Naime tarafından davalı Abdullah'ın vekil tayin edildiği, anılan vekil tarafından 23.1.2007 tarihli resmi akit ile 576 ve 577 parsel sayılı taşınmazlardaki davacılara ait payların davalı Murat'a, 18.11.2009 tarihli akit ile de 85, 333 ve 934 parsel sayılı taşınmazlardaki davacıların paylarının davalı Yusuf'a satış suretiyle temlik edildiği, Yusuf'un da 3.3.2010 tarihinde aynı payları davalı Münevver'e sattığı, 5.3.2010 tarihli akit ile de davalı Münevver'in 394 parsel sayılı taşınmazın tamamını davalı Turgut'a temlik ettiği anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davacı Ali ile vekil Abdullah'ın imzası bulunan ve çekişme konusu taşınmazların satışına ilişkin bir takım düzenlemeler içeren 10 Kasım 2006 tarihli adi yazılı belge davalı Abdullah tarafından yargılama sırasında dosyaya ibraz edilmiş, ancak davacı Ali'nin imza inkarında bulunmasına rağmen mahkemece bu yönde bir inceleme yapılmamış, hüküm kurmaya yeterli araştırma yapılmadan sonuca gidilmiştir.Hâl böyle olunca; mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılarak taraf delillerinin bu yönde irdelenmesi, 10 Kasım 2006 tarihli belge altındaki imza yönünden Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas dairesinden rapor alınması, imzanın davacıya ait olduğunun belirlenmesi halinde anılan belgenin değerlendirilmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davacıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.