MAHKEMESİ : HATAY 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 20/02/2014NUMARASI : 2012/694-2014/70Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vasisi vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ......ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, ehliyetsizlik ve kök mirasbırakan A. B. ’in kandırıldığı iddiasına dayalı tapu iptal tescil olmadığı takdirde bedel istemine ilişkindir.Davacı vasisi, davacının şizofren olması nedeniyle kısıtlanarak oğlu Mehmet’in vasi tayin edildiğini, kısıtlının kardeşi olan davalı Muhsin’in kısıtlının durumundan faydalanarak davacıya ait tüm taşınmazları üzerine geçirdiğini, bu şekilde kısıtlının kayden malik olduğu 685,749 ve 750 parsel sayılı taşınmazların satış suretiyle davalı Muhsin’e temlik edildiğini, ayrıca davacının babası adına kayıtlı olan, ancak fiilen davacının kullanımında bulunan 231 parsel sayılı taşınmazın davalı Muhsin tarafından yakın arkadaşı olan diğer davalı Ahmet adına tescil ettirildiğini, 231 parsel sayılı taşınmaz içinde halen davacının ailesinin oturduğu ev bulunduğunu ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tapuya tescile, tescilin mümkün olmaması durumunda tescil edilmeyen taşınmazların değeri oranında tazminatın ödenmesine karar verilmesini istemiştir.Davalılar, davacı iddialarının doğru olmadığını, davalı Ahmet 'in 231 parsel sayılı taşınmazı davacının babası olan A. B. ten bedelini ödeyerek satın aldığını, taşınmazın fiilen davacı tarafından kullanıldığı iddiasının da doğru olmadığını, Ahmet’in taşınmaz alacak maddi gücü bulunduğunu; davalı Muhsin'in maddi durumunun çok iyi olduğunu, davalının inşaat yaptırdığı ve çocuklarını evlendirdiği dönemlerde davalıdan borç para aldığını, ayrıca kooperatife borçlandığını, borçlarını ödeyemez duruma düşünce davaya konu taşınmazları satışa çıkardığını, taşınmazlar aile malı olduğu için davalı Muhsin’e teklif edildiğini, davalının da taşınmazdaki davacı hisselerini bedelini ödeyerek satın aldığını, davacının satışın yapıldığı yıllarda hiçbir sağlık sorunu bulunmadığını, davacının tek erkek çocuğu olan vasi Mehmet'in kötü niyetli olduğunu, satışın yapıldığı tarihlerde çok değersiz olan taşınmazların, aradan geçen sürede değer kazanması nedeniyle davanın açıldığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, satış tarihinden 14 yıl sonra davacının ayırtım gücü bulunmadığı gerekçesi ile dava açılmasının hakkın kötüye kullanılması olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Tüm dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının kayden malik olduğu 685 parsel sayılı taşınmazdaki 2914/12079 payını, 749 parsel sayılı taşınmazdaki 1389/10440 payını ve 750 parsel sayılı taşınmazdaki ½ payını 29/12/1998 tarihli aynı resmi senetle Tarım Kredi Kooperatifi lehine 500.000-ETL ipotekle davalı Muhsin’e satış suretiyle temlik ettiği, çekişme konusu 231 parsel sayılı taşınmazın ise davacının babası A. B. adına kayıtlı iken, A. B. ’in bizzat bulunduğu 29/11/2001 tarihli işlemle davalı Ahmet’e satış suretiyle temlik edildiği, A. B. ’in 05/03/2006 tarihinde öldüğü, Hatay Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 02/05/2012 tarih 2012/309 E. 2012/615 K. sayılı kararı ile davacının vesayet altına alındığı, aynı mahkemenin 20/12/2012 tarihli kararı ile husumete izin verildiği anlaşılmaktadır.İddianın ileri sürülüş biçimi ve dava dilekçesinin içeriğinden, davada; çekişme konusu 685, 749 ve 750 parsel sayılı taşınmazların davalı Muhsin’e satış tarihinde, kısıtlı davacının hukuki ehliyetinin bulunmadığı iddiasına dayanıldığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle şahsın hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış, 10. maddeside fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır “ hükmünü getirmiştir. Ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri tüm delillerin toplanılması, tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı HMK nun 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin "oy ve görüşü" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde yetkili sağlık kurullarından, özellikle Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Somut olayda, mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünden yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda yeterli araştırma ve inceleme yapılmadan hüküm kurulmuştur.Öte yandan, çekişme konusu 231 parsel sayılı taşınmazın davacının mirasbırakanı A. B. adına kayıtlı iken birlikte hareket eden davalıların kandırması sonucu davalı Ahmet adına tescilin sağlandığı iddia edilerek tapu iptal tescil istenmiştir. ../...Hemen belirtilmelidir ki; Türk Medeni Kanununun 599. maddesi hükmü uyarınca; miras, murisin ölümüyle ve terekenin açılmasıyla mirasçılarına geçer ve mirasçılar terekedeki mallar (menkul-gayrimenkul) üzerinde bu tarih itibarı ile hak sahibi olurlar. Türk Medeni Kanunun 640. maddesi hükmü gereğince birden çok mirasçının bulunması halinde, mirasın intikaliyle paylaşmaya kadar mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir. Böylece, mirasçılar terekeye elbirliği mülkiyeti ile sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere terekeye ait haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler. Türk Medeni Kanununun 701/2. maddesi hükmüne göre, elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp, her birinin hakkı ortaklığa giren malların tamamına yaygındır. Bir başka ifadeyle, tereke üzerindeki hak sahipliği ortaklardan tek başına hiçbirine ait olmayıp hak sahibi olan ortaklıktır.Bu yasal düzenlemelere göre, miras ortaklığı mirasın tümü üzerinde söz konusu olduğundan, terekedeki paylar ayrılmaksızın ortaklığa dahil olan mirasçılara aittir. Tereke üzerinde ortaklık devam ettiği sürece, mirasçıların terekeye giren mallar (menkul-gayrimenkul) üzerinde somut ve bağımsız payları mevcut değildir.O halde, yukarıda değinilen yasal düzenlemeler ve ilkeler dikkate alındığında ve muris A. B. ’in dava dışı mirasçılarının da bulunduğu gözetildiğinde; davacının 231 parsel sayılı taşınmaz yönünden ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı olarak tek başına dava açamayacağı tartışmasızdır.Hâl böyle olunca, çekişme konusu 685, 749 ve 750 parsel sayılı taşınmazlar yönünden işlem tarihi olan 29/12/1998 tarihinde kısıtlı davacı H.. B..’in fiil ehliyetinin bulunup bulunmadığının yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Adli Tıp Kurumu’ndan alınacak rapor doğrultusunda belirlenmesi; 231 parsel sayılı taşınmaz yönünden mirasbırakan A. B. t’in davacı kısıtlı H.. B.. ve davalılardan M.. B.. dışında mirasçıları olduğu gözetilerek, terekeye mümessil atanmasının sağlanması, tereke mümessili huzuru ile davanın görülmesi, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda yapılacak araştırma ve inceleme ile hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.Davacının temyiz itirazları açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.