MAHKEMESİ: ARALIK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 20/09/2012NUMARASI: 2010/141-2012/66Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davalı T. A..tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi..raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Davacı, oğlu olan davalı N..'in dava dışı kızını yurt dışına göndermek istediğini ve vize işlemleri için adına kayıtlı bir taşınmaz bulunması gerektiğini belirterek kayden maliki olduğu dava konusu 44 ada 9 parsel sayılı taşınmazını vize işlemlerinin ardından iade edeceğini belirterek kendisine devredilmesini istediğini, dava konusu taşınmazın işlemlerin ardından kendisine iade edileceğine güvenerek dava konusu 9 parseli satış suretiyle N..'e devrettiğini, ancak davalının taşınmazı iade etmeyip diğer davalı T..'e aktardığını bildirip iptal ve tescil isteği ile T. ve N.. aleyhine dava açmış, taşınmaz yargılama sırasında el değiştirdiği için 6100 sayılı HMK'nun 125. maddesi gereğince kayıt maliki E. davaya dahil edilmiş, davacı A.'ın ölümü ile davada yer alan mirasçıları her ne kadar daha önce yeni malik E. davaya dahil edilmişse de kendilerinin bedel istediklerini beyan etmişler ve yargılama sonucunda mahkemece N. ve T..'den bedelin tahsiline ; E..hakkındaki davanın ise reddine karar verilmiştir.İddianın içeriği ve ileri sürülüş biçiminden davada taraf muvazaası hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır. Bilindiği üzere, muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazan aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki birsözleşme ile gizlemektedirler ( nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir. Her ne kadar muvazaayı düzenleyen B.K.nun l9. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm durumundadır. Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 5.2.l947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir. Somut olaya gelince; davacı A..ın kayden maliki olduğu dava konusu 44 ada 9 parsel sayılı taşınmazını 08.12.2005 tarihinde oğlu olan davalı N..'e satış suretiyle devrettiği, adı geçen taşınmazı N..'in 12.08.2008 tarihinde davalı T.'e, T.'in de 05.10.2010 tarihinde davalı E.'e aktardığı sabittir.Davacı tarafından yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararında öngörüldüğü biçimde yazılı belge ibraz edilmiş değildir. Her ne kadar mahkemece davacı A.'ın yargılama aşamasında ölümü ile davaya devam eden mirasçılarının üçüncü kişi oldukları belirtilmişse de bu gerekçeye katılmak mümkün değildir. Mirasçılar davayı açan A..'ın külli halefidirler ve davayı da A.teban yürütmektedirler.Öte yandan davada yazılı delil bildirilmemişse de davacı delil listesinde açıkça yemin deliline dayandığına göre, yemin delilinin kullandırılması ve varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hukuki nitelemede yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.Davalı T.'in temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.07.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.