Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 11318 - Karar Yıl 2006 / Esas No : 9823 - Esas Yıl 2006





MAHKEMESİ : BALIKESİR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/12/2005NUMARASI : 2005/357-411Taraflar arasında görülen davada;Davacı, davalı C.ile traktör alımı için araştırma yaptıklarını ve alınacak traktör için C.'in peşinat verdiğini; C..in bunun karşılığı olarak kendisinden senet aldığını, şirketin traktörü teslim etmemesi üzerine, C. 'in kendisinden teminat olarak vekalet vermesini istediğini, kendisinin de traktörün teslim edileceği ve C. İn iyiniyetli olduğunu düşünerek, dava dışı ve davalının yakını E. E vekalet verdiğini, davalı C. 'in alınan bu vekaletname ile adına 7adet taşınmaz üzerine intikalini sağladığını, C. in daha sonra 2 adet taşınmazı diğer davalı R..devrettiğini R.ın köylüsü olup olayları bilebilecek durumda bulunduğunu ileri sürüp vekaletin kötüye kullanılması suretiyle davalılar adına oluşan kayıtların iptali ile adına tescilini istemiştir. Davalılar, taşınmazın bedellerini ödediklerini belirtip, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçtiğinden sözedilerek davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; kayden davacıya ait bulunan çekişmeli .parsel sayılı taşınmazların dava dışı E.'e verilen vekalet kullanılmak suretiyle 8.4.2003 akitlerle satış konusu yapıldığı görülmektedir.Davacı, sözkonusu işlemle kendisinin zararlandırıldığını vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Bilindiği üzere;Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Belirtilen hukuki sebebe ilişkin davaların herhangi bir zaman aşımı yada hak düşürücü süreye tabi olmaksızın her zaman açılması olanaklıdır.Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler gözetilerek gerekli soruşturmanın yapılması, araştırmanın eksiksiz tamamlanması, ondansonra bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürüHUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.11.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.