Taraflar arasında görülen davada; Davacı vasisi, davalının davacının oğlu olduğunu, 351 ve 352 nolu parsellerin ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle davalıya temlik edildiğini, davalının bakım borcunu yerine getirmediğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile davacı adına tescilini istemiş olup, yargılama sırasında davcının ölümü ile mirasçıları davaya dahil edilerek miras payları oranında adlarına tescil isteminde bulunmuşlardır. Davalı, bakım borcunu yerine getirdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davanın ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Selda Özer'in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü. -KARAR- Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece,davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğinden,toplanan delillerden;yargılama aşamasında ölen davacı .....'in maliki bulunduğu çekişmeli 351 ve 352 parsel sayılı taşınmazlarını 30.7.1991 tarihli akitle ve ölünceye kadar bakma kaydıyla davalıya temlik ettiği,bundan bir süre sonra 22.12.1995 tarihinde vesayet altına alındığı anlaşılmaktadır. Davacı, temliki işlemin ehliyetsizlikle sakat olduğu gibi, bakım akdi gereklerinin de yerine getirilmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bu durumda davada ehliyetsizlik ve akde aykırılık hukuksal nedenlerine dayanıldığı kabul edilmelidir.Ne var ki, öncelikle inceleme konusu yapılması gereken ehliyetsizlik hukuksal nedeni yönünden mahkemece bir araştırma yapılmış değildir. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırdedebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun " fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir " biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek " ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. " hükmünü getirmiştir. "Ayırtım gücü " eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde " yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir." denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21) Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.'nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mutaalası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hal böyle olunca, yukarıda açıklandığı üzere gerekli araştırmanın yapılması, davacının çekişmeli taşınmazların temlikine dair akit tarihinde ehliyetli olduğunun saptanması halinde,akde aykırılık nedeni üzerinde durularak bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturmaya dayalı olarak hüküm kurulması doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü H.U.M.K.'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.2.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.