Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 11038 - Karar Yıl 2006 / Esas No : 9028 - Esas Yıl 2006
MAHKEMESİ : KÜÇÜKÇEKMECE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 07/03/2006NUMARASI : 2003/193-42Taraflar arasında görülen davada;Davacı, davalı G. Ün hile ile aldığı vekaletname ile .parsel nolu taşınmazını 03.12.1998 tarihinde diğer davalıya satış suretiyle devrettiğini,taşınmazı satmak için bir nedeni olmadığını, vekaletname verildiği sırada fiil ehliyeti yönünden bir araştırma yapılmadığını ileri sürüp tapu kaydının iptali ile kendi adına tescilini ya da tazminata karar verilmesini istemiştir.Davalılar, noterde düzenleme şeklinde özel vekaletname olduğunu, satış bedelinin de davacıya ödendiğini belirtip davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, satış tarihinde davacının fiil ehliyetine sahip olduğu, işlemin hile ile yapıldığı kanıtlanamadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.Karar,davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla Tetkik Hakimi ’nın raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava; vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden;çekişme konusu . parsel sayılı taşınmazın 09.11.1998 tarihli vekaletnamenin kullanılması suretiyle davalı Ş. ’a temlik edildiği görülmektedir.Davacı, anılan temlikin vekaleten temsil yetkisinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere;Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; çekişmeli taşınmazın satış tarihi itibariyle 25.797.999.204 TL değerinde olduğu, akitteki değerin ise 500.000.000 TL olarak gösterildiği, arada oluşan fahiş farkın davacıya ödendiğinin iddia ve ispat edilemediği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan davalıların davaya yanıtında da satış olgusunu doğrulamadıkları anlaşılmaktadır. Belirlenen bu olgular yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde çekişmeli taşınmazın temlikinde vekaleten temsil görevinin kötüye kullanıldığı sonucuna varılmaktadır.Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,13.11.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.