Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 10804 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 10664 - Esas Yıl 2010
MAHKEMESİ: KAYNARCA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 08/02/2010NUMARASI: 2010/26-2010/30Taraflar arasında görülen davada;Davacı, davalı adına kayıtlı çekişme konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek, kayıtların iptali ile tapudan terkin isteğinde bulunmuştur.Davalı, davanın reddini savunmuş, şayet kabul kararı verilecekse bedelin tarafına ödenmesini istemiştir.Mahkemece, hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptal ve taşınmazın sicil kaydının kütükten terkini isteğine ilişkindir.Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden toplanan delillerden çekişme konusu 1186 ve 1187 parsel sayılı taşınmazların 604 sayılı kadastral parselin ifrazı suretiyle oluştuğu, 604 parselin kadastro tespitinin 29.12.1982 tarihinde yapıldığı, 11.10.1988 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın ise 22.10.2008 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; 14 Mart 2009 Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe ğiren 5841 Sayılı Yasanın 2.maddesi ile 3402 Sayılı Kadastro Yasası’nın 12.maddesinin üçüncü fıkrasına “ Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” Cümlesi ve aynı Yasa’nın 3.maddesi ilede 3402 Sayılı Yasa’ya “Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü; Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindeki geçici 10.madde eklenmiştir.Somut olayda kadastronun kesinleşmesinden itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık sürenin geçtiği açıktır.Bilindiği üzere; 3402 Sayılı Yasanın 12/3.maddesinde öngörülen süre hak düşürücü süre olup kamu düzeni ile ilgilidir ve mahkemece davanın her aşamasında re’sen gözetilmesi gerekli olumsuz dava şartlarındandır.Özellikle, bu hususlar gözetilerek davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.O halde, davacı Hazine vekilinin diğer temyiz itirazı yerinde değildir, reddine,Ancak, hemen belirtilmelidir ki, bir taraf, dava açıldığı andaki mevzuata ve içtihat durumuna göre davasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü ya da yeni bir İnançları Birleştirme Kararı gereğince davayı kaybederse, davada haksız çıkmış olmasına rağmen, yargılama giderlerinden sorumlu tutulmaz.Anılan bu kural yasal ve yargısal uygulamada kararlılık kazanmıştır. (Baki Kuru, Hukuk Usulü Mahakemeleri 5. Cilt, sayfa 5338, dipnot 159; 10. H.D. 21.12.1976, 8770/8739 ve dipnot 160: 5. HD 12.09.1977, 5445/5655 dipnot 161: 10. HD 24.02.1976, 6296/1297) Ayrıca, her dava açıldığı tarihteki koşullara bağlıdır. Öte yandan avukatlık ücreti 04.09.1957 tarih ve 4/16 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yargılama giderlerinden sayılır. Davacı Hazine, temyiz dilekçesinde sair nedenlerden söz etmek suretiyle bu hususa değinmiştir.Hal böyle olunca, somut olayda mahkemece yapılan keşif sonrası alınan bilirkişi raporlarına göre taşınmazın tamamının kıyıda kaldığı ve dava tarihinde davacı Hazinenin haklı olduğu anlaşıldığına ve yargılama sırasında yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa gereğince dava reddedildiğine göre, davalının tüm yargılama giderlerinden sorumlu tutulması gerekirken aksine düşüncelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.Davacı Hazine’nin, yukarıda değinilen yargılama giderleri açısından temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlere hasren HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 21.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.