Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1075 - Karar Yıl 2008 / Esas No : 11139 - Esas Yıl 2007





MAHKEMESİ : İZMİR 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/12/2006NUMARASI : 2006/80-2006/493Taraflar arasında görülen davada;Davacı, maliki olduğu 842 parsel sayılı taşınmaza komşu 840 ve 841 parsel maliki davalının ısrarı üzerine taşınmazların tevhit ve ifraz işlemleri yapılırken maddi hata sonucu kayıtlara pay oranlarının yanlış yazıldığını ileri sürerek tapu iptal, tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, hak düşürücü sürenin geçirildiğini bildirip, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, tapuda ifraz işlemleri yapılırken maddi hata sonucu pay oranlarının yanlış yazıldığının belirlendiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden, özellikle dosyaya getirtilen 11.08.1999 tarih 5555 yevmiye nolu ifraz işlemine ilişkin tescil istem belgesi içeriğinden tarafların 840, 841, ve 842 parsellerin tevhidinden oluşan 881 parsel sayılı taşınmazın 14210/41335 payı davacı Süleyman, 27125/41335 payı davalı Z.adına kayıtlı iken, bu taşınmazın ifraz işlemine tabi tutulduğu ve bir parselin müstakilen davalı Z.e diğer parselin 14120/41335 payı davacı S.ve 27125/41335 payıda davalı Z.adlarına ifraz ve aynen taksim edileceğinin bildirildiği, anılan belgenin taraflarca okunarak imzalandığı görülmüştür.Bilindiği üzere; sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamıyacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekirki, Borçlar Kanununda esaslı hatanın tanımı yapılmamış, 24. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmiyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi,girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (Subjektif unsur), hemde iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının isbatlanması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf,isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri istiyebilir. Yeterki hatanın ileri sürülmesi Borçlar Kanununun 25. ve Medeni Kanunun 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekirki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Nevarki, Borçlar Kanununun 26. maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmiyer veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müsbet zararının ödenmesi gerekir. Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir. Somut olaya gelince, 881 parselin ifrazı sonucu oluşan sicilin tarafların arzu ve iradesine uygun olarak tapu siciline yansıtıldığı, davacının iddia ettiği gibi tapu memurunca yapılan maddi bir hatanın bulunmadığı, davacının dikkatsizliği nedeniyle gerçek iradesine uymayan beyanın tutanaklara geçirildiği ve bu şekilde sicil oluştuğu sonucuna varılmaktadır. Ne varki, ifraz işleminin 11.08.1999 tarihinde yapıldığı ayrıca davalı Z.tarafından davacı S.aleyhine 25.03.2004 tarihinde elatmanın önlenmesi davası açıldığı, bu davada çap kayıtlarının getirtildiği ve uygulama yapıldığı, davacının da bu davayı takip ettiği 23.12.2004 tarihinde davanın reddedildiği gözetildiğinde davacının hatanın öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde dava açtığını söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.Hal böyle olunca Borçlar Kanunun 31. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin geçtiği gözetilmeksizin yazılı gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.01.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.