Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1069 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 13177 - Esas Yıl 2009





MAHKEMESİ : BAYINDIR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 27/03/2009NUMARASI : 2008/78-2009/105Taraflar arasında görülen davada;Davacı, malik olduğu 1066 parsel sayılı taşınmazdaki zeytinlerin toplanması için davalı oğluna vekalet verdiğini, oğlunun bilgisi dışında vekalete satış yetkisi de ekleterek taşınmazı diğer davalı A.'ye satış suretiyle devrettiğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalılar, yanıt vermemişlerdir.Mahkemece, temliki işlemin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştiği, kayıt maliki davalının iyiniyetten yararlanamayacağı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalı A. Ö. vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ..... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının maliki olduğu 1066 parsel sayılı taşınmazın davalı vekil A.A. tarafından 15.11.2007 tarihinde diğer davalı A. Ö.’ye 3.000.-TL bedelle satıldığı, davacının vekâletten azlettiği yetkisiz vekil tarafından, bilgisi dışında danışıklı olarak düşük bedelle satış işleminin yapıldığını ileri sürerek, eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.Diğer taraftan, kayıt maliki davalı A. Ö.’nin ayrılmış olduğu iş adresine Tebligat Kanununun 35.maddesi uyarınca tebligat yapılarak yokluğunda davanın sonuçlandırıldığı görülmüştür.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekâleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; mahkemece davalı A.Ö.’nin tebligata yarar adresi yeterince araştırılmadan ve MERNİS kimlik paylaşım sisteminden yararlanılmadan Tebligat Kanununun 35. maddesi uyarınca tebligat yapılarak, davalının savunma hakkı kullandırılmadan yargılamaya son verildiği gibi davalı vekil ile davalı alıcı arasındaki ilişkinin niteliği ve boyutu açısından da yukarıdaki ilkeleri kapsar biçimde bir araştırma ve inceleme yapıldığı söylenemez.Hal böyle olunca, davalı A.’ye usulüne uygun tebligat yapılmadığı gözetilerek, delillerini bildirmesi için önel verilmesi, toplanan ve toplanacak deliller sonucunda, yukarıdaki ilkeler doğrultusunda davalı A.’nin vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde olup olmadığının veya vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilip bilmediği veya bilmesi gereken konumunda olup olmadığının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi, hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. Davalı A.’nin, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.2.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.