Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 10666 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 12262 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ: ÜNYE 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 30/06/2011NUMARASI: 2010/379-2011/296Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, davalı H. yönünden kabulüne, davalı İ. yönünden ise reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Hükmün davalı H.tarafından temyiz edilmemiş sayılmasına ilişkin ek kararın H.'a usulüne uygun olarak 07.06.2012 tarihinde tebliğ edildiği; ek kararı, HUMK'nun 432/son maddesinde öngörülen 7 günlük temyiz süresi aşıldıktan sonra 18.6.2012 tarihinde temyiz ettiği anlaşıldığından, davalı H.'ın temyiz isteğinin REDDİNEDavacının temyizine gelince; Dava, yolsuz tescil (ketmi verese) hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, Mahkemece, ketmi verese olgusunun varlığından söz edilerek, ilk el durumundaki davalı H.yönünden davanın kabulüne; davacının, 27.12.1939 tarihli 11/60 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince ikinci el durumunda bulunan davalı İ.'in kötüniyetli olduğu iddiasına dayanmadığı gibi, İ..'in, tapu sicillerinin aleniliği ve güvenirliği ilkeleri uyarınca ediniminin Türk Medeni Kanunu'nun1023. maddesinde öngörülen iyiniyetli müktesibin iktisabının korunacağı hükmü kapsamında bulunduğu, kötüniyetli olduğunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davalı İsmail hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.Hemen belirtilmelidir ki, davacı tarafından, davalı İ. aleyhine eldeki dava açılmakla kötüniyetli olduğu iddiasının ileri sürüldüğünün kabulü gerekir.Öte yandan, davada dayanılan taşınmazın aynına yönelik ketmi verese olgusunun, kesinleşmiş verasetin iptali kararıyla sabit olacağı tartışmasızdır. Bu durumda, öncelikle ketmi verese olgusunun, çekişmeli taşınmazın mirasçılara intikaline esas Ünye Sulh Hukuk Mahkemesinin 18.8.1999 günlü, 1999/464-434 sayılı veraset ilamına karşı hasımlı olarak açılacak veraset ilamının iptali davası sonucu elde edilecek kesinleşmiş kararla belirlenmesi gerekeceği açıktır.Ne var ki, mahkemece, bu hususta davacıya süre tanınmamıştır. Mahkeme gerekçesinde, davacı tarafından ibraz edilen sonraki tarihli Ünye Sulh Hukuk Mahkemesinin 24.8.2008 günlü, 2008/1027-1031 sayılı hasımsız veraset ilamından söz edilerek, bu belge ile daha önce alınan 18.8.1999 tarih, 1999/464-434 sayılı veraset belgesinin iptal edildiği belirtilmiş ise de, sonradan hasımsız olarak açılan veraset belgesi talepli dava ile daha önce alınan aynı nitelikli belgenin iptalinin söz konusu olamayacağı tartışmasızdır.Bundan ayrı, davacı taraf kötü niyetin kanıtlanması için dava dilekçesinde ve 22.6.2010 havale tarihli dilekçesinde, delillerini bildirmiş ve tanık deliline de dayanmıştır. Her ne kadar, Mahkemece, 14.06.2010 tarihli oturumda davacı vekiline delillerini bildirmek üzere kesin süre verilmiş ise de, bu sürenin HMK'nun 94. maddesindeki etkiyi doğurabilmesi için usulüne uygun olarak verilmesi gerekir. Öyleyse, Mahkemece, tanıkların isim ve adresleri ile bu tanıkların hangi konuda dinleneceğini belirten ve diğer delillerinide bildirmesini içeren bir kesin süre verilmediğine göre, davacıya yazılı ve sözlü delillerinin bildirmesi yönünden verilen kesin mehilin usulüne uygun olduğu söylenemez. Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke Medeni Kanun'un 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca; yukarıda belirtilen açıklamalar ve ilkeler doğrultusunda, öncelikle, davacıya, hasımlı olarak verasetin iptali davası açması için süre verilmesi, açılacak dava sonucunda, ketmi verese olgusunun kesinleşmiş verasetin iptali kararıyla sabit olması halinde ise, iddia ve savunma doğrultusunda tarafların tüm delillerinin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi, davalı İ.'in ediniminde iyiniyetli olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu hususlar gözetilmeksizin, eksik soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.10.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.