Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 10624 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 8143 - Esas Yıl 2014
MAHKEMESİ : GEMLİK 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 29/12/2010NUMARASI : 2006/385-2010/887Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil ve tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .. raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, tapu iptal, tescil olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 156 ada 4 parsel sayılı taşınmazda davacı N.. Ç..’ın 12/80 payının vekili A.. A.. tarafından tevkil edilen diğer vekil Ali Doğan tarafından 09.07.2003 tarihinde davalılardan Y.. D..'a satış yoluyla devredildiği, taşınmazda 20.04.2004 tarihinde kat irtifakı tesis edilerek B Blok 1 numaralı bağımsız bölümde davalı Yüksel lehine kat irtifakı kurulduğu ve Yüksel'in 1 numaralı bağımsız bölümü 14.06.2006 tarihinde dava dışı kişiye satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacı, davalılardan Yüksel ile aralarında 05.05.2000 tarihli kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesi düzenlediklerini, davaya konu 156 ada 4 parsel sayılı taşınmazda bulunan B blok 1 ve 6 numaralı dairelerin kendisine verilmesi gerekirken vekil tayin ettiği, davalı Ayfer tarafından diğer davalı yüklenici Yüksel'e devir edildiğini ileri sürerek 1 numaralı bağımsız bölümün tapu kaydının iptâli ile adına tescili olmazsa tazminat isteğiyle eldeki davayı açmış, bilahare isteğini tazminata dönüştürmüştür. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; Mahkemece satış bedelinin davacıya ödendiği sonucuna varılmış ise de; davalılardan vekil olan Ayfer tarafından bu konuda yazılı bir belge sunulmamış ve davacı da bedel ödendiğini kabul etmemiştir. Bu durumda satış bedelinin ödendiğini ispatlamakla yükümlü bulunan davalı (vekil) Ayfer ödemeyi usulen kanıtlayamamış, yemin deliline de dayanmamıştır. Öte yandan davalı Yüksel ise, ilk el konumunda bulunduğuna göre, dava konusu dairenin belirlenecek değerinin davalılar Ayfer ve Yüksel'den tahsiline karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Hal böyle olunca, davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.05.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.