MAHKEMESİ: ÜSKÜDAR 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 14/12/2010NUMARASI: 2009/168-2010/298Taraflar arasında görülen davada; Davacı, 879 ada 55 parselde adına kayıtlı bulunan dükkanı dava dışı kişiye kiraya verdiğini, davalıların işyerinin anahtarlarını değiştirerek kiracının eşyalarını dükkanın bir köşesine toplayıp ayakkabı dükkanı olarak kullanmaya başladıklarını ileri sürüp, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil istemiştir. Davalı F., dava konusu dükkanı yükleniciden haricen satın aldığını, davacının taşınmazdaki paydaşlığına ilişkin satışın muvazaalı olduğunu, dava konusu yerin kendi tasarrufunda bulunduğunu bildirip, davanın reddini savunmuştur. Davalı H., yanıt vermemiştir. Mahkemece, davalıların kayden davacıya ait taşınmaza elatmasının sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, davalı F. vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Hükmü temyiz eden davalının fakir olması sebebiyle harcı ödemeyeceğini bildirip, adli yardım talebinde bulunması üzerine, mahkemenin 03.03.2011 tarihli ek kararla, adli yardım talebinde bulunanın davalı olması, davanın neticelenmiş bulunması ve mevcut belgelere göre adli müzaharet talebinin reddine karar verdiği ve bu kararın asıl kararla birlikte temyiz edildiği görülmektedir. Bilindiği üzere, adli yardım 1086 sayılı HUMK'nun 465 ila 472 maddelerinde (6100 Sayılı Yasanın 334 ila 340 maddesi) düzenlenmiş olup, fakir bir kimsenin bir davanın gerektirdiği oldukça kabarık olan harç ve masrafları sağlayamaması durumunda bu mali külfetten geçici olarak muaf tutulmasıdır. 1086 Sayılı Yasa düzenlemelerinde adli yardımın yargılamanın hangi aşamalarında yapılacağı hususunda bir açıklık bulunmamakta ise de 6100 sayılı HMK'nın 335/3., 336/6 maddelerinde bu husus açıklığa kavuşturulmuştur. Yine 1086 sayılı Kanunun 469/2.maddesinde "müzahareti adliye esnayi muhakemede dahi talep olunabilir. Bu talep kabul edilirse evvelce yapılmış olan masarife teşmil edilemez. Yeni bir sebep zuhurunda reddedilen müzaharet talebi tekrar edilebilir, hükmü yer almakta; kanun yollarına başvuru için adli yardım istenemeyeceğine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Karar kesinleşinceye kadar yargılama faaliyetleri süreceğine ve henüz sonlanmamış olduğuna göre kanun yoluna başvuru için de adli yardım isteminde bulunulması olanaklıdır. Nitekim 6100 Sayılı Yasa düzenlemeleride bu hususa açıkca cevaz vermektedir. Buna göre temyizde bir dava olduğuna göre, temyiz aşamasında da adli yardım kararı verilebileceği tartışmasızdır. Bu belirlemenin yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğünü düzenleyen Anayasanın 36.maddesi ile adil yargılanma hakkını düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddelerine uygun olduğu da kuşkusuzdur. Temyiz dilekçesine ekli belgelerden davalının adli müzaharet talebine müstehak olacağı kanaatine varılmış olmakla temyiz aşamasındaki bu talebin kabulüne karar verilip işin esasının incelenmesine geçilmiştir. Davacının paydaşı olduğu 879 ada 87 parsel sayılı taşınmaza kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkı bulunmayan davalının müdahale ettiği saptanmak suretiyle davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalı Fikret'in, bu yöndeki temyiz itirazları yerinde değildir, reddine. Ancak, Tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten ve son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, HUMK'nun 388.maddesi (6100 Sayılı HMK'nun 297 mad.) uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 389.(6100 Sayılı HMK'nun 294.maddesi) maddede öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Ne varki, uygulamada söz konusu yasanın 381.maddesinin son fıkrasının getirdiği ayrıcalığa dayanılarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağa geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır. (6100 Sayılı Kanunun 294/4 maddesi)İşte bu gibi hallerde, HUMK'nun 389. (6100 Sayılı Kanunun 294) maddesine uygun olarak tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkca gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın l4l. maddesi ile HUMK.nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz. Değinilen ilke ve yasa hükümleri göz ardı edilerek kısa kararda, 1.600.00.-TL ecrimisilin davalılardan alınmasına, gerekçeli kararda ise, 1.000.00.-TL ecrimisilin davalılardan alınıp davacıya verilmesine demek suretiyle kısa karara çelişkili olarak gerekçeli karar yazılması (6100 Sayılı Yasanın 298/2.maddesi gereğince) doğru olmadığı gibi, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil istekleri bakımından davacı yararına ayrı ayrı iki kez vekalet ücreti takdiri de doğru değildir. Davalı F. bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesine göre) HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.