MAHKEMESİ: DURAĞAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 25/01/2011NUMARASI: 2008/72-2011/5Taraflar arasında görülen davada;Davacı vasisi, davacının üç parça taşınmazını satış yoluyla devretmesi işleminin ehliyetsizlik nedeniyle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek, iptal-tescil istemiş; yargılama sırasında L.E.ölünce, vasi A. Ö.davacının terekesine temsilci olarak atanmış ve davayı sürdürmüştür.Davalı, davaya cevap vermemiştir.Mahkemece, davacının işlem sırasında ehliyetsiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü. Dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Getirtilen kayıtlardan, çekişmeli 55, 64 ve 480 sayılı parseller L.E. adına kayıtlı iken, adı geçen tarafından 480 sayılı parselin 16.08.2005 tarihinde, 55 ve 64 sayılı parsellerin de 25.01.2006 tarihinde satış yoluyla davalıya devredildiği görülmektedir. L.E.'in kızı ve aynı zamanda vasisi olan A. Ö., babasının işlem tarihlerinde ehliyetsiz bulunduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmış; L. E. yargılama sürerken ölünce, terekesine atanan temsilci aracılığıyla davaya devam edilmiştir.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayab ilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi kaçınılmazdır. Bunun yanında, her nekadar H.U.M.K.’nun 286 maddesinde (6100 sayılı Yasanın 282.maddesi) belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Somut olayda; mahkeme, davacı L.'nin yargılama sırasında ölmesinden kaynaklanan fiili imkansızlık nedeniyle Adli Tıp Kurumu'na gönderilemiyeceğini belirterek ehliyetsizlik iddiasını kendisi değerlendirmiştir. Oysa, kişinin ölmüş olması halinde dahi, ölen kişiye ait mevcut tedavi belgeleri ve sağlık raporları çerçevesinde Adli Tıp Kurumunca ehliyetsizlik yönünden rapor düzenlenebilmektedir. O halde, kişinin ölmüş olmasının fiili imkansızlık olarak kabul edilemiyeceği açıktır. Diğer taraftan, ehliyetsizlik iddiasının kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle mahkemece resen araştırılacağı, davacı vekilinin Adli Tıp Kurumundan rapor alınması yolundaki delilden vazgeçmesinin hukuki bir sonuç doğurmayacağı da tartışmasızdır.Hal böyle olunca, tarafların bildirecekleri tüm delillerin toplanması, L.E. ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kayıtları, reçeteler vs. belgelerin getirtilmesi, 2659 Sayılı Yasının 7 ve 16.maddeleri de gözetilerek dosya Adli Tıp Kurumu'na gönderilmek suretiyle akit tarihlerinde L.E.'in ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Davalının, temyiz itirazları açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 S.Y.'nın geçici 3. maddesi yollamasıyla) HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.