Taraflar arasında görülen davada; Davacı Belediye, maliki bulunduğu 936 ada 2 parsel sayılı taşınmazına davalının elattığını ileri sürerek önlenmesini, yapının yıkımını ve ecrimisil istemiştir. Davalı, tapu tahsis belgesi olduğunu, davanın reddini savunmuştur. Mahkemenin, davalıya verilmiş olan tapu tahsis belgesinden dolayı fuzuli işgalden bahsedilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine ilişkin kararı Dairece "İstanbul - Boğaziçi alanında kalan yerlerde tapu tahsis belgesinin tapuya dönüştürülmesi olanağı bulunmadığı ve bu belgenin hukuken ifa edilemeyecek bir belge durumuna düştüğü, bu nedenle elatmanın önlenmesi ve yıkıma karar verilmesi gerektiği" belirtilerek bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak elatmanın önlenmesine ve yıkıma karar verilmiştir. Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi Murat Ataker'in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR- Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi, kal ve ecrimisil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davanın reddine dair mahkemece verilen hükmün Dairece bozulması üzerine bozma kararına uyulduğu ve orada işaret edilen doğrultuda elatmanın önlenmesi ve kal istemi yönünden davanın kabulüne, ecrimisil isteğinin ise, davalının taşınmazı tapu tahsis belgesine göre kullandığından bahisle reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, davalının savunmasına esas teşkil eden tapu tahsis belgesinin iptaline ilişkin 18.07.1997 günlü idari işlemin açılan dava sonucu İstanbul 3. İdare Mahkemesinin 24.04.1998 tarih, 1997/1266 esas ve 1998/455 sayılı kararı ile iptal edildiği ve yasal yollardan geçerek 22.06.2001 tarihinde kesinleştiği, böylelikle tapu tahsis belgesinin hukuken varlığını koruduğu görülmektedir. Bu durumda; somut olayda, iki temel usul hukuku kuralı, bir başka ifadeyle kesin hüküm ile usuli kazanılmış hak çatışmış durumdadır. Öyleyse, öncelikle çözümlenmesi gereken sorun, bu iki usul kuralının aynı olayda çatışması sebebiyle hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki; kesin hüküm olumsuz dava şartı olup, usuli kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eder. Nitekim bu husus gerek öğretide ve gerekse yargısal kararlarda hemen hiçbir sapma göstermeksizin benimsenmiştir. Değişik bir anlatımla, usuli kazanılmış hak, daha önce meydana gelmiş olan kesin hükmü ortadan kaldırmayacağı gibi kesin hükmün mahkemece uyulan bozma ilamından sonra ortaya çıkmış olması da sonuca etkili olmaz. Somut olayda, mahkemece 04.02.1999 tarihinde Yargıtay bozma ilamına uyulmuş, ne var ki; İdarenin tapu tahsis belgesinin geri alınması yönündeki tasarrufu ise idari yargı yerinde iptal edilip derecattan geçerek 22.06 2001 tarihinde kesinleşmiştir. Buna karşın eldeki dava 08.04.2003 tarihinde kesin hükümden sonra karara bağlanmıştır. Bilindiği üzere; kesin hüküm kamu düzeniyle ilgili olup, yargılamanın her safhasında re'sen göz önünde tutulması zorunludur. Bu olgunun yargılamanın bir kesiminde nazar alınmamış olması sonradan dikkate alınmasına engel olamaz ve Yargıtay bozma ilamından sonra gerçekleşen kesin hükme karşı usulen kazanılmış haktan da söz edilemez. Hal böyle olunca, davalıya ait tapu tahsis belgesinin kesinleşen idari yargı kararı gereğince hukuken geçerliliğini koruduğu gözetilerek 3290 Sayılı Yasanın 13. maddesi ile değişik 2981 Sayılı İmar Affı Yasasının 22. maddesinin (b) bendi uyarınca "davanın durdurulmasına" karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere işin esasına hükmedilmesi doğru değildir. Davalının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün H.U.M.K.'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.10.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.